xxx

SENİ SEVİYORUM


SENİ SEVİYORUM: Beti aşk bildirimine, açılmaya göndermez, aşk çığlığının
durmadan yinelenmesine gönderir.


1. İlk açılma geçtikten sonra, "seni seviyorum"un hiçbir anlamı yoktur artık;
yalnızca gizemli bir biçimde, öylesine boş görünür, ilk bildiriyi (o da bu
sözcüklerle gerçekleştirilmemiştir belki) yinelemekle kalır. Her türlü
belirginliğin dışında yinelerim onu; dilin dışına çıkar, öyle sürüklenir,
nereye?

Anlatımı gülmeden parçalarına ayıramam. Daha neler! Bir yanda "ben" olacağım,
bir yanda "sen", ortada da "mantıklı" (sözlüksel olduğuna göre) bir sevgi
bağı. Böyle bir ayrıştırmanın, dilbilim kuramına uygun olmakla birlikte, tek
bir devinimle dışarı "atılanı" ne denli bozup değiştirdiğini kim sezmez?
"Sevmek" mastar durumunda yoktur (üstdilsel yapıntıyla vardır yalnız): özne ve
nesne onun söylendiği anda sözcüğe dökülür, "seni-seviyorum" da örneğin
Macarca'da olduğu gibi tek bir sözcükle işitilmelidir (burada da okunmalıdır):
"szeretlek"; sanki Fransızca güzelim çözümsel erdemini yadsıyarak, bitişimli
bir dil olmuş gibi (burada söz konusu olan da bitişimlilik ya). Bu kitleyi en
ufak sözdizimsel bozulma çökertiverir; bir bakıma sözdizim dışıdır ve hiçbir
yapısal dönüşüme gelmez; düzenlenimleri aynı anlamı verse bile, hiçbir
bakımdan yerine konulanlarla eşdeğerde değildir; belki de hiçbir zaman "onu
seviyorum"a geçemeden günler boyu "seni-seviyorum" diyebilirim: ötekini bir
sözdizimden, bir söylevden, bir dilden geçirmemek için direnirim
(seni-seviyorum'un biricik yükselme biçimi onu sert söylemek, ona bir önadın
açılımını vermektir: "Ariane, seni seviyorum," der Dionysios (Nietzsche)).


2. Seni seviyorum'un belli bir kullanımı yoktur. Bu sözcük, tıpkı bir
çocuğunki gibi, hiçbir toplumsal zorunluğa bağlanmaz; yüce, görkemli, hafif
bir sözcük olabilir, kösnül, müstehcen olabilir. Toplumsal açıdan serseri bir
sözcüktür.

Seni seviyorum'da ince ayrımlar yoktur. Açıklamaları, düzenlemeleri,
aşamaları, kuşkuları siler. Bir anlamda -dilin şaşkınlık veren çelişkisi-,
seni seviyorum demek, söz tiyatrosu diye bir şey yokmuş gibi davranmaktır, ve
bu sözcük her zaman "gerçek"tir (söylenmesinden başka göndergesi yoktur: bir
"gerçekleştirici" sözcüktür).

Seni seviyorum'un başka bir yeri yoktur. "Dyade"ın (annece, aşıkça)
sözcüğüdür: bu sözde hiçbir uzaklık, hiçbir biçimsizlik göstergeyi bölmez;
hiçbir şeyin eğretilemesi değildir.

Seni seviyorum bir tümce değildir: bir anlam iletmez, bir uç duruma yapışır:
"öznenin ötekiyle kurgusal bir bağıntısına asılı olduğu duruma" (Lacan). Bir
sözcük-tümcedir.

(Milyarlarca kez söylenmekle birlkite, seni seviyorum sözlük-dışıdır: tanımı
başlığını aşamayan bir betidir.)


3. Sözcük (tümce-sözcük) ancak kendisini söylediğim anda anlam taşır: dolaysız
söylenişinden başka hiçbir bilgi iletmez: hiçbir anlam dağarcığı yoktur. Her
şey söylenişindedir: bir "formül"dür, ama bu "formül" hiçbir töremin karşılığı
değildir: seni seviyorum dediğim durumlar sınıflandırılamaz: seni seviyorum
bastırılamaz, kestirilemez. Öyleyse bu tuhaf varlık, bu itkiye bağlanamayacak
ölçüde tümcemsi, tümceye bağlanamayacak ölçüde tümcemsi, tümceye
bağlanamayacak ölçüde çığlıksı dil yapaylığı hangi dilbilimsel düzene girer?
Ne tümüyle bir sözcedir (burada hiçbir bildiri donmamış, depolanmamış,
mumyalanmamış, açımlamaya hazırlanmamıştır), ne de tümüyle sözcelem (özne
konuşmacıların konumu nedeniyle çekingenliğe düşmez). Buna bir "haykırma"
denilebilir. Haykırmanın bilimde yeri yoktur: seni seviyorum ne dilbilime
girer, ne göstergebilime. Durumu (bundan yola çıkarak onu konuşabilirdik) daha
çok Müziğin durumu olabilir. Şarkıda olduğu gibi, seni seviyorum'un
haykırılmasında, arzu ne (sözcede olduğu gibi) bastırılmış, ne de (sözcelemde
olduğu gibi, beklemediğimiz yerde) benimsenmiştir, yalnızca: doyumuna
varılmıştır. Doyum söylenmez; ama konuşur ve seni seviyorum der.


4. Seni seviyorum'a verilen değişik kibar yanıtlar olabilir: "ben sevmiyorum",
"inanmıyorum", "ne diye söylemeli?", vb. Ama gerçek yadsıma, "yanıt yok"tur:
yalnızca isteyici olarak değil, konuşan özne olarak (konuşan özne olarak, hiç
değilse kalıplara egemen olabilirim) da yadsınırsam, daha kesin biçimde
hiçlenmiş olurum; yoksanan isteğim değil, varlığımın son kıvrımı olan
dilimdir; istemeye gelince, bekleyebilirim, yineleyebilirim, yeniden
sunabilirim; ama, sorma gücünden yoksun kalınca, ölü gibiyimdir, bir daha
dirilmemesiye. Anne, Proust'un küçük anlatıcısına, Françoise aracılığıyla,
"Yanıt yok" der, küçük anlatıcı o zaman kendini sevgilisinin kapıcısının geri
çevirdiği "metres"le özdeşleştirir: Anne yasak değildir, yitirilmiştir ve ben
çıldırırım.


5. Seni seviyorum. - Ben de.
"Ben de" kusursuz bir yanıt değildir, öyle ya, kusursuz olan ancak biçimsel
olabilir, burada da biçim zayıftır, haykırışı sözcüğü sözcüğüne yinelemez -
sözcüğü sözcüğünelik de haykırışa özgüdür. Bununla birlikte, düşselleştirilmiş
biçimiyle, bu yanıt bütün bir sevinç söylemini başlatmaya yeter: yön
değiştirmeyle fışkırdığı için sevinç daha güçlüdür: Saint-Preux, gururlu
birkaç yadsımadan sonra, birdenbire, Julie'nin kendisini sevdiğini anlar.
Uslamlamayla, ağır hazırlıklarla değil, şaşırtıyla, uyanışla (satori), yön
değişimiyle gelen, çılgın gerçektir bu. Proust'taki çocuk -annesinin gelip
odasında yatmasını isterken - "ben de"yi elde etmek ister: "delice", bir deli
gibi ister bunu; o da bir tersine dönüşle, Baba'nın bir anlık kararıyla elde
eder bunu: Baba Ana'yı kendisine verir (Françoise'ya söyle de büyük yatağı
hazırlasın sana, bu gece onun yanında yat").


6. "Görgül olarak" olanaksız olanı düşselleştiririm: ikimizin haykırışı "aynı
zamanda" gerçekleşsin: sanki ona bağlıymış gibi biri ötekini izlemesin.
Haykırış bölünemez: yalnızca iki gücün içinde birleştiği (ayrılmış, ileriye ya
da geriye alınmış olsalar, sıradan bir uyumu aşmazlardı) "tek bir şimşek" uyar
ona. Öyle ya, "tek şimşek" şu işitilmedik şeyi: her türlü hesabın hiçlenmseini
gerçekleştirir. Değişim, verme, çalma (ekonominin bilinen tek biçimleri) her
biri kendine göre ayrışık nesneler ve ayrı bir zaman gerektirir: başka bir şey
karşılığında arzum -ve her zaman bir anlaşma hazırlığı süresi gerekir buna.
Aynı zamanda haykırma, örnekçesi toplumsal olarak bilinmedik, düşünülmez olan
bir devinim getirir: ne değişim, ne verme, ne çalma, çapraz ateş biçiminde
fışkıran haykırmamız, hiçbir yere düşmeyen ve paylaşılmışlığı bile her türlü
sakınım düşüncesini yok eden bir harcamayı belirtir: birbirimiz aracılığıyla
salt özdekçiliğe gireriz.


7. "Ben de" bir değişinimi başlatır: eski kurallar düşer, her şey olanaklıdır
-hatta, o zaman, şu: seni ele geçirmekten vazgeçmeliyim.
Kısacası, bir devrim - belki siyasal devrimden çok da uzak değil: çünkü, her
iki durumda da, düşünü kurduğum salt Yeni'dir: reformculuk (aşkta) beni hiç
çekmiyor. Sonra, çelişkinin son noktası, bu arı mı arı Yeni, kalıpların en
çiğnenmiş ucundadır (daha dün akşam, Sagan'ın bir oyununda söyleniyordu: her
iki akşamda bir, TV'de, söylenir: "seni seviyorum").


8. - Peki, ya "seni seviyorum"u yorumlamasaydım? Ya haykırmayı belirtinin
berisinde tutsaydım?
- Tüm sorumluluk üzerimizde olmak üzere: aşığın acısının, bu acıdan
kurtulma zorunluluğunun katlanılmaz olduğunu yüz kez yinelemediniz mi?
"İyileşmek" istiyorsanız, belirtilere inanmanız gerekir, seni-seviyorum'a
inanmak da bunlardan biridir; iyi yorumlamak, yani, sonuçta, "değerden
düşürmek" gerekir.
- Sonunda acı konusunda ne düşünmeliyiz? Onu nasıl düşünmeliyiz? Nasıl
değerlendirmeliyiz? Acı ille de kötünün yanında mıdır? Aşk acısı yalnızca
tepkisel, küçümseyici bir tutuma bağlanmaz mı (yasağa uymak gerekir)
(Nietzsche)? Değerlendirmeyi tersine çevirerek trajik bir aşka cısı, trajik
bir "seni seviyorum" kesinlemesi tasarlanabilir mi? Ve aşk (aşık) Etken
burcuna bağlanırsa (yeniden bağlanırsa)?


9. Buradan, yeni bir "seni seviyorum" görüşü. Bir belirti değil, bir eylemdir.
Sen yanıt veresin diye söylerim, ve yanıtın kuruntulu biçimi (mektupp) bir
"formül" gibi gerçek bir değer kazanacaktır. Öyleyse ötekinin olumlu da olsa
("ben de") bana basit bir gösterilenle yanıt vermesi yeterli değildir;
seslenilen öznenin kendisine uzattığım "seni seviyorum"u dile getirmesi,
haykırması gerekir: "Seni seviyorum", der Pelléas. -Ben de seni seviyorum, der
Mélisande.

Pelléas'ın zorlayıcı dileği (Mélisande'ın yanıtının TAM istediği yanıt olduğu
varsayılırsa; ama hemen sonra öldüğüne göre, böyle olması olanaklıdır), aşık
özne için yalnızca kendisi de sevilmek, bunu bilmek, bundan kuşkusu kalmamak,
vb. (gösterilen düzlemini aşmayan bütün işlemler) zorunluluğundan değil;
kendisininki kadar olumlu, tam, açık bir biçim içinde "kendine söylendiğini
işitmek" zorunluluğundan yola çıkar; istediğim, tam yerinde, tümüyle, sözcüğü
sözcüğüne, kaçışsız olarak aşk sözcüğünün formülünü, anaörneğini almaktır: hiç
mi hiç sözdizimsel kaçamak, hiç mi hiç çeşitleme olmamasıdır: iki sözcük tüm
olarak, göstereni gösterenine denk biçimde birbirine karşılık vermelidir ("ben
de" sözcük-tümcenin tam karşıtı olabilir); önemli olan, sözcüğün cisimsel,
bedensel, dudaksal haykırmasıdır: aç dudaklarını da çıkar şunu (müstehcen ol).
Benim istediğim, çılgıncasına, "sözcüğü elde etmek"tir. Büyülü, söylensel mi?
Hayvan -çirkinliği içinde büyülenmiştir- Güzel'i sever; Güzel -söylemeye bile
gerek yok- Hayvan'ı sevmez, ama, sonunda, yenilince (neyle olduğu önemli
değil: Hayvan'la "konuşmaları" sonunda diyelim), ona büyülü sözü söyler: "Sizi
seviyorum, Hayvan"; ve, hemen o anda, bir harp vuruşunun görkemli patlayışının
içinden, yeni bir özne belirir. Bu öykü çok mu eski (Ravel - The Beauty and
the Beast, Ma Mère l'Oye)? İşte bir başkası: bir adam karısının kendisini
bırakmış olmasından acı çeker; geri dönmesini ister, kendisine -tam da- seni
seviyorum demesini ister, o da sözcüğün ardından koşar; sonunda, kadın ona bu
sözü söyler: adam bunun üzerine bayılır: bu bir 1975 yılı filminin öyküsüdür.
Sonra, gene, söylen: Uçan Hollandalı sözcüğün ardında, başıboş dolaşır; bunu
(sadıklık yeminiyle) elde ederse, başıboş dolaşması sona erecektir (söylen
için önemli olan, sadıklığın egemenliği değil, haykırılması, şarkısıdır).

10. Görülmedik karşılaşma (Alman dili içinde): iki kesinleme için tek bir
sözcük (Bejahung): biri (ruhçözümleyimin bulduğu), değer düşümüne adanmıştır
(bilinçdışına ulaşabilmesi için çocuğun ilk kesinlemesi yoksanmalıdır); öteki
(Nietzsche'nin getirdiği), güç istemi biçimi (ruhbilimsel hiçbir yanı yoktur,
hele toplumsal yanı hiç yoktur), farklılık üretimidir; bu kesinlemenin "evet"i
günahsızlaşıverir (tepkiseli içine alır): bu da "amin"dir.
"Seni seviyorum" etkendir. Güç olarak kesinlenir - başka güçlere karşı.
Hangilerine? Dünyanın hepsi de değerden düşürücü olan binlerce gücüne (bilim,
inanç, gerçek, us, vb.). Yada: dile karşı. Amin'in dilin sınırında bulunduğu,
dil dizgesiyle ortaklığı olmadığı, onu "tepkisel kılıf"ından sıyırdığı gibi,
aşk haykırması (seni seviyorum) da sözdiziminin sınırında durur, yineleyime
kucak açar (seni seviyorum demek seni seviyorum demektir), Tümce'nin
köleliğinden uzak durur (yalnızca bir sözcük tümcedir). Haykırı olarak, seni
seviyorum bir gösterge değildir, göstergelere karşı işler. Seni seviyorum
demeyen (dudaklarının arasından seni seviyorum geçmek istemeyen) kişi, aşkın
belirsiz, kuşkucu, cimri, sayısız göstergelerini, belirtilerini, "kanıtlar"ını
(deviniler, bakışlar, iççekişler, anıştırmalar, eksiltiler) üretmeye
yargılıdır; kendini "yorumlattırmak" zorundadır; aşk göstergelerinin tepkisel
durumunun egemenliğinde, "her şeyi söylemesiyle" dilin köle evrenine düşmüştür
(köle, dili kesilmiş olan, ancak şarkı, anlatım, yüzün görünüşüyle konuşabilen
kişidir).

Aşkın "göstergeler"i uçsuz bucaksız bir tepkisel yazını besler: aşk
"canlandırılır", bir görünüşler estetiğine bırakılır (sonuç olarak bütün aşk
romanlarını Apollan yazar). Karşı-gösterge olarak, seni seviyorum Dionysios'un
yanındadır: acı yoksanmamıştır (yakınma, tiksinti, hınç bile), ama,
haykırıyla, içselleştirilmemiştir: seni seviyorum demek (bunu yinelemek),
tepkiseli dışarı atmak, onu göstergelerin -sözün dolambaçlı yollarının (ama
durmamacasına geçerim bu dolambaçlı yollardan)- sağır ve sızlanan dünyasına
yollamaktır. Haykırı olarak, seni seviyorum harcamanın yanındadır. Sözcüğün
haykırısını isteyenler (içliler, yalancılar, serseriler) Harcama özneleridir:
bir yerde tutulması saygısızlıkmış (bayağılıkmış) gibi sözcüğü harcarlar;
dilin uç sınırında, dilin kendisinin (bunu ondan başka kim yapardı ki?)
güvencesiz olduğunu kabul ettiği, ağsız çalıştığı yerdedirler.

Roland Barthes

xxx