xxx

KUM KİTABI



Çizgi sonsuz sayıda noktadan oluşur; düzlem sonsuz
sayıda çizgiden; oylum sonsuz sayıda düzlemden; yüksek
oylum ise sonsuz sayıda oylumdan… Kesinlikle hayır,
bu, more geometrico değil, öykümü anlatmaya en iyi
başlama yolu. Bugünlerde, her uydurma öykünün gerçek
olduğunu öne sürmek adet oldu; benimki ama, gerçek.

Belgrano Sokağı' ndaki bir apartmanın dördüncü katında
yanlız yaşıyorum. Birkaç ay önce bir akşam üstü,
kapıma vurulduğunu dudum. Açtım, bir yabancı duruyordu
eşikte. Uzun boylu bir adamdı, hatları belirsizdi.
Belki de miyoğluğumdan ötürü öyle gördüm. Gri takım
elbisesi ve elinde de gri bir çanta vardı. Görünümü
dürüst bir yoksulluğu anımsatıyordu. Hemen yabancı
olduğunu fark ettim. İlk bakışta yaşlı biri sanmıştım,
sonradan seyrek, sarı saçlarının beni yanılttığını
anladım, Kuzeyliler' inki gibi beyaza çalan bir
sarıydı. Bir saatten uzun sürmeyen konuşmamız
sırasında Orkneyli olduğunu öğrendim.

İçeri aldım ve bir sandalye verdim. Konuşmadan önce
bir süre bekledi. Bir çeşit kötümserlik yayılıyordu
adamdan, bugün bende de olduğu gibi.

" Kutsal kitaplar satıyorum, " dedi.

Bilgiçlik taslamaksızın yanıtladım:

" Bu evde birçok İngilizce İncil var, birincisi bile,
Jean Wiclif' inki. Ayrıca ipriano de Valera' nınki,
Luther' inki, edebi açıdan en kötüsü ve Latince
Vulgate' nin bir kopyası. Gördüğünüz gibi, tam da
gereksinim duyduğum bir kitap değil İncil. "

Kısa bir sesizlikten sonra karşılık verdi:

" Sattıklarım yanlızca İncil değil. Belki de sizi
ilgilendirecek olan kutsal bir kitap göstrebilirim.
Bikaner sınırından satın aldım. "

Çantasını açıp, kitabı masanın üzerine koydu. Sekiz
yapraklık, bez kaplı bir ciltti. Birçok elden
geçtiğine kuşku yoktu. İnceledim, alışılmamış ağırlığı
beni şaşırttı. Arka kapağının üzerinde " Holy Writ "
yazısını okudum, aşağıda da " Bombay ".

" On dokuzuncu yüzyıldan kalma sanırım, diye
belirttim. "

" Bilmiyorum, hiçbir zaman öğrenemedim, " diye
karşılık verdi.

Rastgele açtım. Tanımadığım bir elyazısıydı. Sayfalar
oldukça yıpranmıştı, tipografisi kötüydü ve İncil' de
olduğu gibi iki sütun olarak basılmıştı. Metinler
sıkışıktı ve bentler halinde düzenlenmişti. Sayfaların
üst köşelerinde Arap sayıları yeralıyordu. Asıl ilgimi
çeken, örneğin çift sayfalardan birinin 40514
numarasını, karşısındaki tek sayfanın ise 999
numarasını taşıması oldu. O sayfayı çevirdim;
arkasındaki sekiz haneli bir sayıydı. Sözlüklerde
olduğu gibi bir resimle süslüydü; bir çocuk elinden
çıkmış gibi, mürekkep kalemiyle beceriksizce izilmiş
bir çapa resmi vardı.

İşte o zaman yabancı bana:

" İyi bakın, bir daha asla göremeyeceksiniz, " dedi.

Bu noktayı işaretleyip kitabı kapattım. Hemen yeniden
açtım ve boşuna çapa resmini aradım sayfa sayfa.
Şaşkınlığımı gizlemek amacıyla:

" Kutsal Kitap'ın Hindu dilinde bir varyantı, değil
mi, " diye sordum.

" Hayır! " diye yanıtladı.

Sonra bir sır vermek istermişcesine sesini alçaltıp:

" Bu cildi, " dedi, bir ova kasabasında bir avuç rupi
ve bir İncil karşılığında aldım. Sahibi okuma
bilmiyordu. Kitapların Kitapları' nı muska
zannediyordu. En alt kasttan biriydi; hastalığa
bulaşmadan, gölgesinde yürümek bile olası değildi.
Kitabın adının Kum Kitabı olduğunu söyledi, çünkü bu
kitabın da, kumun da, ne başı var ne sonu.

Benden ilk sayfayı aramamı istedi.

Sol elimi kapağın üzerine koydum ve başparmağım işaret
parmağıma bitişik kitabı açtım. Kendimi boş yere
zorluyordum: Kapakla başparmağım arasında her zaman
birkaç yaprak kalıyordu. Kitaptan fışkırıyormuş
gibiydiler.

" Şimdi sonuncuyu arayın. "

Denemelerim yeniden başarısızlığa uğradı. Artık kendi
sesim olmayan bir sesle, dilim dolaşarak:

" Bu olanaksız, " diyebildim.

Yine alçak sesle, İncil satıcısı bana:

" Bu olanaksız, ama gerçek. Bu kitabın sayfalarının
sayısı tam olarak sonsuz. Hiçbiri ilk değil, hiçbiri
sonuncu değil. Neden böyle keyfi bir biçimde
numaralandığını bilmiyorum. Belki de sonsuz bir
dizinin bileşenlerinin kesinlikle anlamsızca
numaralandırılabileceği izlenimini uyandırmak için. "

Sonra, sanki yüksek sesle düşünüyormuş gibi ekledi:

" Eğer uzay sonsuzsa, biz uzayın herhangi bir
noktasındayız. Eğer zaman sonsuzsa, biz zamanın
herhangi bir noktasındayız. "

Düşünceleri beni öfkelendirdi.

" Kuşkusuz bir dine inanıyorsunuz, değil mi? " diye
sordum.

" Evet, Presbiteryen'im. Vicdanım rahat. İblisçe
kitabına karşı Tanrı' nın Sözü' nü vererek yerliyi
dolandırmadığımdan eminim. "

Kendini suçlu görmesi için bir neden olmadığı üzerine
güven verdim ve bizim iklimlerimizden yanlızca
geçmekte mi olduğunu sordum. Yakın zamanda ülkesine
dönmeyi düşündüğünü söyledi. İskoçyalı olduğunu ve
Orkley Adaları' ndan geldiğini işte o zaman öğrendim.
Ona, İskoçya' yı sevdiğimi ve Stevenson ile Hume' a
karşı gerçek bir tutkum olduğunu söyledim.

" Stevenson ve Robbie Burns demek istiyorsunuz, " diye
düzeltti.

Bir yandan konuşurken, bir yandan da sonsuz kitabı
karıştırmayı sürdürüyordum.

" Bu garip örneği British Museum' a armağan etmeye
niyetiniz var mı? " diye ilgisiz görünmeye çalışarak
sordum.

" Hayır, size sunuyorum, " diye yanıtladı ve yüksek
bir fiyat söyledi.

Tüm içtenliiğimle bu fiyatın olanaklarım içinde
olmadığı yanıtını verdim ve düşünmeye başladım. Birkaç
dakika içinde planımı kurmuştum.

" Size bir değiştokuş öneriyorum, " dedim. " Siz bu
kitabı birkaç rupi ve Kutsal Kitap' ın bir örneğine
karşı elde ettiniz; ben ise size yeni elime geçen
emeklilik çekimi ve Wiclif' in gotik harflerle
yazılmış İncil' ini sunuyorum. Bana atalarımdan kaldı.
"

" Siyah puntolu bir Wiclif, " diye mırıldandı.

Odama gidip, parayı ve kitabı getirdim. Sayfaları
karıştırdı ve başlık sayfasını kitap sever bir
coşkuyla inceledi.

" Anlaştık, " dedi.

Pazarlık etmemesi beni şaşırttı. Sonradan, kitabı bana
satmaya kararlı olarak gelmiş olduğunu kavradım. Kağıt
paraları saymadan cebine yerleştirdi.

Hindistan' dan, Orkney' den, bu adayı bir zamanlar
yönetmiş olan Norveç Jarlları' ndan sözettik. Adam
gittiğinde gece olmuştu. Bir daha görmedim, adını da
bilmiyordum.

Kum Kitabı' nı, Wiclif' in İncili' nden boşalan yere
yerleştirmeyi tasarlıyordum, ama sonuç olarak takımı
eksilmiş 1001 Gece Masalları' nın arkasına gizlemeye
karar verdim.

Yattım, ama uyuyamadım. Sabahın dördüne doğru ışığı
yaktım. Olanaksız kitabı yeniden elime alıp
yapraklarını karıştırmaya başladım. Sayfalardan
birinin üzerinde bir maske resmi gördüm. Yaprağın üstü
bir numara taşıyordu, kaç olduğunu unuttum, ama 9.
Kuvveti vardı.

Hazinemi kimseye göstermedim. Sahip olmanın
mutluluğuna, çalınması korkusu ve gerçekten sonsuz
olup olmadığı kuşkusu eklendi. Bu iki kaygı eski
ürkekliğimi arttırdı. Birkaç dostum daha vardı; onları
görmekten vazgeçtim. Kitabın tutsağı oldum, dışarıya
neredeyse hiç çıkmamaya başladım. Büyüteçle yıpranmış
kapağını ve sırtını inceledikten sonra herhangi bir
hile olasılığı kalmamıştı. Küçük resimlerin iki bin
sayfa arayla ortaya çıktığını saptadım. Hepsini
alfabetik liste halinde, doldurmakta gecikmediğim bir
deftere yazdım. Bu resim yanlızca bir kez
kullanılmıştı, hiç tekrar etmiyordu. Geceleri,
uykusuzluğumun izin verdiği kısa aralıklarda, düşümde
kitabı gördüm.

Kitabın korkunç olduğunu anladığımda, yaz gelip
geçmişti. Gözlerimle onu gören, parmaklarımla
ellerimle ona dokunan benim de korkunç olduğumu
kabullenmenin ne yararı olabilirdi? Kitabın bir
karabasan nesnesi, gerçeği lekeleyen ve bozan utanmaz
bir şey olduğunu hissettim.

Ateşi düşündüm, ama sonsuz bir kitabın yakılmasının da
olmasından ve yeryüzünü dumanıyla boğabilmesinden
ürktüm.

Bir yaprağı gizlemek için en iyi yerin orman olduğunu
bir yerde okuduğumu anımsadım. Emekli olmadan önce,
dokuz yüz bin kitabı içeren Arjantin Ulusal
Kütüphanesi' nde çalışıyordum; giriş kapısının yanında
sarmal bir merdivenin, dergi ve haritaların saklandığı
bodrum katına indiğini biliyorum. Kum Kitabı' nı nemli
raflardan birinde unutmak için, görevlilerin bir
dikkatsizliğinden yararlandım. Koyduğum yüksekliğe ve
kapıdan uzaklığına bakmamaya çalıştım.

Artık biraz yatıştım, ama Mexico Caddesi' nden geçmek
bile istemiyorum.



Jorge Luis Borges

xxx