YABANCI
BİR GEZEGENDEN TUHAF HABERLER'den
Çetin
Yol
Bogazin girisinde, kayalar arasindaki kapinin önünde
duraksayarak irkildim,
basimi çevirip gerilere baktim. Insanin içini
rahatlatan bu yesil dünyada
günes parildiyor, çiçeklerle bezenmis
kahverengimsi çayirlar rüzgar estikçe
isil isil dalgalaniyordu. Oralar rahatti, oralar
sicacikti, insanin yüregini
hazla dolduruyordu; oralarda insanin ruhu, o
yogun burcu burcu kokularda ve
aydinliklarda halinden memnun tüylü bir esek
arisi gibi pes perdeden
vizildayip duruyordu. Kim bilir, delinin biriydim
belki, bütün bu güzellikleri
birakip gitmek, daglara, ormanlara vurmak
istiyordum. Kilavuzum, usulcacik
koluma dokundu. Ilik bir banyodan kendini zorla
koparip alan biri gibi
gözlerimi o sirin kirlardan çekip aldim. Günes
görmeyen bir karanligin içinde
bogaz serilmis yatiyordu önümde; küçük bir
çay araliktan sürüne sürüne çikip
geliyor, iki kenarinda öbek öbek sari soluk
otlar görülüyor, dibinde ise
yukarilardan sürüklenip getirilmis renk renk
taslar bir zaman yasamis
yaratiklarin fosilleri gibi cansiz ve soluk
duruyordu. "Mola verelim biraz," dedim
kilavuzuma, Kilavuzum sabirla gülümsedi; yere
çöktük. Hava serindi, kapidan karanlik
ve tassi soguk bir rüzgar hafif hafif esip
geliyordu.
Hos degil, hiç de hos degil bu yolu yürümek,
kayalar arasindaki bu nesesiz
kapidan ikina sikina içeri girmek, bu soguk çay
boyunca adim adim ilerlemek,
bu karanlik ve yalçin bogazi tirmanip çikmak!
"Yol pis görünüyor," dedim
duraksayarak. Yüregimde güçlü, durumu
kabullenmek istemeyen, mantikla bagdasmaz
bir umut, can çekisen küçük bir isik gibi pir
pir ediyor, belki hala
dönebiliriz, belki henüz kilavuzumu kandirip bütün
bu eziyetleri çekmekten
yakayi kurtarabilirim diye düsünüyordum. Hem
neden olmasindi? Çikip
geldigimiz yer buradan bin kat daha güzel degil
miydi? Yasam irmagi
buradakinden çok daha gür, daha sicacik ve cana
yakin akmiyor muydu? Ben de
nihayet bir insan, birazcik mutlulugu, birazcik günesi,
birazcik maviyi ve çiçegi
haketmis kisa ömürlü ve çocuksu bir yaratik
degil miydim?
Yo, yo, bogazi tirmanmayacak, burada kalacaktim.
Bir kahraman, bir fedai rolünü
oynamak gibi bir heves benden uzakti! Yeter ki düzde
yasayayim; günes eksik
olmasin üzerimden, baska sey istemeyecek, ömür
boyu kendimi mutlu hissedecektim.
Simdiden üsümeye baslamistim; uzun zaman burada
kalmak akil alacak gibi degildi.
"Üsüyorsun," dedi kilavuzum. "En
iyisi kalkip yürüyelim biraz."
Ardindan kendisi dogrulup kalkti ayaga, boylu
boyunca gerinip uzandi, bana bakti
gülümseyerek.
Gülümsemesinde ne alayli, ne acimakli, ne
hoyrat ne de kollayici bir ifade vardi.
bilgiden, karsisindakinin durumunu bilmekten
baska seye yer vermeyen bir bakisti
bu. Ve bu bakis diyordu ki: "Seni taniyorum.
Korkup durdugunun, ayrica içinde
neler hissettiginin farkindayim; dün ve önceki
gün nasil yüksekten attigini da
unutmadim henüz. Dehsetten ruhunun simdi tavsan
yüreklilikle çirpindigi, oradaki
su canim günes isigiyla nasil flört ettigi gözümden
kaçiyor sanma! Hatta sen su
ya da bu davranista bulunmadan, içimden bir ses
bana söylüyor nasil
davranacagini." Kilavuzum iste bu anlama
gelen bir gülümsemeyle beni süzdü ve
ilk adimi atip önden girdi geçide. Idama mahkûm
biri ensesine inecek baltadan
nasil nefret eder, ama beri yandan onu severse,
ben de kilavuzumdan hem nefret
ediyor, hem seviyordum. Ama hepsinden çok
bilgisinden, kilavuzlugundan ve
soguklugundan, o sevimli yetersizliklerden hiçbirini
kendisinde
barindirmayisindan nefret edip kilavuzumu küçümsüyor,
kendimde ona hak
veren, onu onaylayan, onun gibi olan ve onu
izlemek isteyen ne varsa,
hepsine dis biliyordum.
Kilavuzum hemen birkaç adim ilerlemis, siyah
siyah akan çaydaki çakillarin
üzerinden yürüyüp gitmisti ve tam o sirada
ilerdeki ilk kayanin kösesini
dönüp gözden kaybolmak üzereydi.
"Dur!" diye seslendim arkasindan,
korkuya kapilarak. Hani öyle sanmistim ki,
bütün bunlar bir düsse, o andaki korkum bu düsü
parçalayip atacak, ben de
uyanip kendime gelecektim. "Dur!" diye
seslendim. "Bekle beni, henüz hazir
degilim!"
Kilavuzum durdu, basini döndürüp sessizce bana
bakti; bir suçlama
içermiyordu bakisi, ama o korkunç kavrayis gücüyle,
o katlanilmasi güç
bilgelikle, sezmeler ve önceden farkina
varmalarla doluydu. "Dönsek daha mi
iyi olacak acaba?" diye sordu. Agzindan son
sözcük henüz çikmamisti ki, hayir
cevabini verecegimi, hayir demeden yapamayacagimi
anlamis ve bundan hiç
hoslanmamistim. Beri yandan, içimde eski,
alisilmis, sevilmis, asina ne çok
sey varsa, bir çaresizlik içinde: "Evet de,
evet de!" diyerek sesini
yükseltmisti. Bütün dünya, dogup büyüdügüm
bütün o yerler, demirden küreler
gibi ayaklarima gelip asilmisti.
"Evet!" diye bagirmak istiyor, ama
bagiramayacagimi da çok iyi biliyordum.
Derken kilavuzum elini uzatip arkamizda kalan
kirlari, ovalan gösterdi, ben
de bir kez daha basimi çevirip o sevdigim
yerlere baktim. Neye ugradigimi
sasirdim ansizin: O sevdigim kirlar, ovalar adeta
güçsüz düsmüs beyaz bir
günesin altinda,,. soluk ve yavan, serilmis
yatiyordu, renklerde sahte ve
çigirtkan bir hava vardi, gölgeler is gibi
karaydi ve büyüselliklerinden
soyulup alinmisti; her seyde, her seyde ki çarpan
yürek oyulup çikarilmis,
her sey tüm güzelliklerinden ve burcu burcu
kokularindan yoksun
birakilmisti, her seyde kusturulacak kadar
tikinilmis nesnelerin kokusu ve
tadi vardi. Benim sevip hoslandigim seyleri
degersiz kilmak, özsularini ve
ruhlarini çekip içlerinden almak, mis gibi
kokularini pis kokulara
dönüstürmek, renklerinin canina okumak için,
kilavuzumun basvurdugu yöntemi
artik çok iyi biliyor, bundan müthis korkup çekiniyordum!
Tanrim, biliyordum
artik: Dün sarap olan sey, bakiyordum bugün
sirkeye dönüsmüs. Ve sirke bir
daha sarap olmuyordu asla!
Sesimi çikarmayarak mahzun mahzun kilavuzumun
pesinden yürüdüm. Hakliydi
çünkü, her zaman oldugu gibi bu kez de
hakliydi. Yanibasimda olsundu bari,
simdiye kadar sik sik yaptigi gibi karar aninda
hemen ortadan kaybolmasin,
beni içimdeki sesle, gitmeden kendi yerine
biraktigi bu sesle tek basima
koymasindi, gözümün önünde olsundu hep.
Kilavuzumun sorusuna cevap
vermemistim, ama yüregim coskuyla söyle
sesleniyordu: "Hayir, hayir,
dönmeyelim, geliyorum iste!" Çaydaki çakillar
da bir kaygandi ki! Ayaklar
altinda küçülerek kayip giden islak taslarin
üzerinde adim adim yürümek
yorucu ve bas döndürücüydü. Beri yandan, çayin
yatagi ansizin diklesmeye
baslamisti; birbirlerine giderek daha çok
yaklasan kaya duvarlar kaslarini
çatarak adeta devlesiyor, sivri köselerinden
her biri insani kiskaca almak,
dönüs yolunu kapamak gibi haince bir niyet
besliyordu. Pürtüklü san
kayalarin üzerinden zar gibi ince bir su, agdali
ve sümüksü, akip geliyordu
yukaridan. Basimizin üstünde ne gökyüzü, ne
bir bulut seçiliyordu artik ne
de bir mavilik.
Kilavuzumun arkasindan ha babam yürüyor,
korkudan ve isteksizlikten ikide
bir gözlerimi yumuyordum. Ansizin yol kenarinda
siyah bir çiçek ilisti
gözüme, kadife gibi siyahti, gözleri mahzun
mahzun .bana bakiyordu. Güzel
bir çiçekti dogrusu, asina bir dille bana
seslendigini duyuyordum, ama
kilavuzum o anda adimlarini açmisti; hem açikça
hissediyordum ki, söyle bir
an oyalansam, söyle bir kez egilip o kadife gözlü
çiçege baksam, içimdeki
kasvet, yüregimdeki çaresiz hüzün iyice
koyulasip dayanilmaz hale gelecek,
ruhum da o zaman saçmaligin ve hezeyanin kol
gezdigi, insanla alay eden
bu yere çivilenip kalacak, bir daha buradan
kopup ayrilamayacaktim.
Üstüm basim islanip pislenmis, sürüne sürüne
ilerliyordum; tepemizdeki
islak duvarlar birbirine iyice sokulunca,
kilavuzum beni avutmak için yine
o eski sarkisini mirildanmaya koyuldu.
Delikanlilara özgü o neseli ve gür
sesiyle adimlarinin temposuna uydurarak Su sözleri
yineleyip duruyordu:
"Basaracagim, basaracagim, basaracagim!"
Biliyordum, benim moralimi
güçlendirmeye, beni gayrete getirmeye çalisiyordu;
beni oyalayip bu cehennem
yolculugunun rezilligini ve insanin içini
kararlari kasvetli manzarasini
unutturmakti niyeti. Biliyordum, benim de
kendisine katilmami, can sikici
sarkiyi birlikte söylememizi istiyordu. Bense
buna yanasmiyor, ona bu zaferi
çok görüyordum. Sarki söyleyecek halim mi
vardi benim? Tanrinin kendisinden
bekleyemeyecegi islere gönülsüz karistirilan
biri, zavalli siradan bir insan
degil miydim? Çay kenarinda açan bir karanfil,
bir unutmabeni çiçegi neden
sanki oldugu yerde kalamasin, kendi türüne özgü
bir sekilde çiçek açip vakti
gelince solup gidemesindi?
Kilavuzum habire: "Basaracagim, basaracagim,
basaracagim!" diye mirildaniyordu.
Ah, keske geri dönebilseydim! Gelgelelim
kilavuzumun olaganüstü yardimiyla
öyle yalçin duvarlari tirmanmis, öyle uçurumlari
asmistim ki, ayni yolu izleyip
de geriye dönebilmem düsünülecek gibi degildi.
Bazen bogazima bir sey dügümlenip
aglayacak gibi oluyor, ama aglayamiyordum; oysa
aglamak hiç olmazdi. Yüksek
sesle ve dikbasli, kilavuzumun sarkisina ben de
katildim çaresiz, kendisiyle
ayni tempoyu ve ayni ses tonunu korumaya çalisiyordum,
ama onun sözlerini
degil de su sözleri söylüyordum sürekli:
"basarmaliyim, basarmaliyim,
basarmaliyim!" Ne var ki, bir yokusu
tirmanirken sarki söylemek kolay degildi,
çok geçmeden kesildi nefesim, hizli hizli
solumaya baslayarak sustum. Ama
kilavuzum, yorulmak nedir bilmeden sarkisini söylemeye
devam etti:
"Basaracagim, basaracagim, basaracagim!"
Zamanla beni yola getirdi, ben de
onun sözlerini mirildanmaya koyuldum. Artik
biraz daha kolay
tirmanabiliyordum yokusu; kendimi basarmak
zorunda hissetmiyor, gerçekten
istiyordum bunu, sarki söylemek beni hiç
yormuyordu. Birden aydinlandi içim,
içimin aydinlanmasiyla kaygan kayalar geriye çekildi
hemen, islakliklari
giderek kayboldu, iyi kalpli, sevecen kayalara dönüstüler,
ayagim kayar gibi
oldukça yardim elini uzattilar bana; basimizin
üstünde de yavas yavas mavi
bir gökyüzü belirip ortaya çikti, kayalik
sahiller arasinda mavi mavi akip
giden küçük bir çay gibiydi ilkin, sonra küçük
mavi bir göl oldu, göl büyüdü,
çevreye dal budak saldi derken. Daha bir yürekten,daha
bir içtenlikle
istemeye çalistim, gökyüzündeki göl daha da
genisledi, izledigimiz patika
giderek daha rahat yürünebilir bir yola dönüstü,
hatta kimi yerlerde bir süre
hiç sikayet etmeden kilavuzumun yani sira güçlük
çekmeden segirttigim
oluyordu. Ansizin dagin tepesini az ilerimizde gördük;
dimdik, günesin yakip
kavurdugu havada piril pirildi.
Tepenin biraz altinda dar patikadan siyrilip çiktik
disari. Karsidan vuran
günes gözlerimi kamastirdi, gözlerimi yumup
yeniden açtigimda nefesim kesildi
adeta, dizlerimin bagi çözüldü, çünkü
tutunacak herhangi bir seyden yoksun,
dagin sirtinda boslukta bulmustum kendimi; dört
bir yanimda gökyüzü uzanip
gidiyordu; korkutucu, mavi bir derinlik sarmisti
çevremizi, yalnizca dagin
sivri dorugu karsimizda bir merdiven gibi incecik
yükseliyordu. Ama gökyüzü
ve günese kavusmustuk yine, insani soluksuz
birakan en son sarp yamaci da
tirmanmaya koyulduk; dudaklarimiz birbirine
bastirilmis, alinlarimiz kiris
kiris, adim adim ilerliyorduk. Derken vardik
tepeye; güneste kizmis daracik
kayalarin üzerinde, insanla alay eder gibi
incelmis sert havada dikilmeye
basladik. Dag acayip bir dagdi, tepe de acayip
bir tepe. Sayilamayacak kadar
çok yalçin kayaliklari tirmanarak çiktigimiz
bu tepede daglar arasindan bir
agaç basini çikarmis, büyüyüp boy atmisti;
iri gövdeli, bodur bir seydi,
kisa ve güçlü birkaç dali vardi. Akil
almayacak kadar yalniz, tuhaf, sert ve
kati duruyordu kayalarin içinde, dallari
arasinda gökyüzünün mavisi.
Tepesindeki bir dala siyah bir kus tünemis, çirkin
bir sesle ötüp duruyordu.
Yerden hayli yüksekte kisa bir molanin sessiz düsü:
Günes piril piril
parliyor, kayalar ates gibi yaniyor, agaç gözlerini
dikmis kaskati bize
bakiyor, kus boguk bir sesle: "Sonsuzluk!
Sonsuzluk!" diye ötüp hoyrat
bakisli isil isil gözleriyle siyah bir kristal
gibi bizi süzüyordu. Bakisina
katlanmak güçtü, ötüsüne katlanmak güç;
her seyden önce bu yerdeki yalnizlik
ve bosluk, gökyüzündeki issiz uzamlarin bu
basdöndürücü genisligi korkunçtu.
Ölmek tasarlanamayacak kadar büyük bir haz,
burada kalmak anlatilamayacak
kadar büyük bir azapti. Bir sey olmasi, hemen,
bir an önce olmasi gerekiyordu
yoksa hem biz, hem dünya dehsetle tas
kesilecektik. Ilerde basa gelebilecek
böyle bir seyin kahredici, yakip kavurucu
esintisini duyuyordum, bir
firtinadan önce çikan bir rüzgar gibiydi adeta.
Bizi bekleyen akibetin hem
bedenim, hem ruhum üzerinde siddetli bir sitma nöbeti
gibi gezindigini
hissediyordum. Gözdagi vermisti ilkin, sonra
kalkip geldi, yaklasti iyice ve
simdi yanimizdaydi. - Kus birden havalandi daldan,
kendini gökyüzünün
bosluguna birakti.
Kilavuzum siçradigi gibi maviliklerin içine
atladi hemen, titresen
gökyüzünün içine düstü, uçup gitti. O
anda, yazgi denen seyin dalgasi
iyice kabarmis, doruk noktasina gelip dayanmisti;
yüregimi vücudumdan
koparip aldi derken, sonra sessizce kirilip parçalandi.
Düsmeye baslamistim, yuvarlaniyor, siçriyor, uçuyordum;
hava anaforlarina
yakalanmis, mutlu, duydugum hazzin acisiyla
titreyerek sonsuzluk içinden
asagilara düstüm ve annemin kucaginda aldim
solugu.
Hermann
Hesse
|