xxx

YABANCI BİR GEZEGENDEN TUHAF HABERLER'den

Çetin Yol


Bogazin girisinde, kayalar arasindaki kapinin önünde duraksayarak irkildim,
basimi çevirip gerilere baktim. Insanin içini rahatlatan bu yesil dünyada
günes parildiyor, çiçeklerle bezenmis kahverengimsi çayirlar rüzgar estikçe
isil isil dalgalaniyordu. Oralar rahatti, oralar sicacikti, insanin yüregini
hazla dolduruyordu; oralarda insanin ruhu, o yogun burcu burcu kokularda ve
aydinliklarda halinden memnun tüylü bir esek arisi gibi pes perdeden
vizildayip duruyordu. Kim bilir, delinin biriydim belki, bütün bu güzellikleri
birakip gitmek, daglara, ormanlara vurmak istiyordum. Kilavuzum, usulcacik
koluma dokundu. Ilik bir banyodan kendini zorla koparip alan biri gibi
gözlerimi o sirin kirlardan çekip aldim. Günes görmeyen bir karanligin içinde
bogaz serilmis yatiyordu önümde; küçük bir çay araliktan sürüne sürüne çikip
geliyor, iki kenarinda öbek öbek sari soluk otlar görülüyor, dibinde ise
yukarilardan sürüklenip getirilmis renk renk taslar bir zaman yasamis
yaratiklarin fosilleri gibi cansiz ve soluk duruyordu. "Mola verelim biraz," dedim
kilavuzuma, Kilavuzum sabirla gülümsedi; yere çöktük. Hava serindi, kapidan karanlik
ve tassi soguk bir rüzgar hafif hafif esip geliyordu.

Hos degil, hiç de hos degil bu yolu yürümek, kayalar arasindaki bu nesesiz
kapidan ikina sikina içeri girmek, bu soguk çay boyunca adim adim ilerlemek,
bu karanlik ve yalçin bogazi tirmanip çikmak! "Yol pis görünüyor," dedim
duraksayarak. Yüregimde güçlü, durumu kabullenmek istemeyen, mantikla bagdasmaz
bir umut, can çekisen küçük bir isik gibi pir pir ediyor, belki hala
dönebiliriz, belki henüz kilavuzumu kandirip bütün bu eziyetleri çekmekten
yakayi kurtarabilirim diye düsünüyordum. Hem neden olmasindi? Çikip
geldigimiz yer buradan bin kat daha güzel degil miydi? Yasam irmagi
buradakinden çok daha gür, daha sicacik ve cana yakin akmiyor muydu? Ben de
nihayet bir insan, birazcik mutlulugu, birazcik günesi, birazcik maviyi ve çiçegi
haketmis kisa ömürlü ve çocuksu bir yaratik degil miydim?

Yo, yo, bogazi tirmanmayacak, burada kalacaktim. Bir kahraman, bir fedai rolünü
oynamak gibi bir heves benden uzakti! Yeter ki düzde yasayayim; günes eksik
olmasin üzerimden, baska sey istemeyecek, ömür boyu kendimi mutlu hissedecektim.

Simdiden üsümeye baslamistim; uzun zaman burada kalmak akil alacak gibi degildi.

"Üsüyorsun," dedi kilavuzum. "En iyisi kalkip yürüyelim biraz."

Ardindan kendisi dogrulup kalkti ayaga, boylu boyunca gerinip uzandi, bana bakti
gülümseyerek.

Gülümsemesinde ne alayli, ne acimakli, ne hoyrat ne de kollayici bir ifade vardi.
bilgiden, karsisindakinin durumunu bilmekten baska seye yer vermeyen bir bakisti
bu. Ve bu bakis diyordu ki: "Seni taniyorum. Korkup durdugunun, ayrica içinde
neler hissettiginin farkindayim; dün ve önceki gün nasil yüksekten attigini da
unutmadim henüz. Dehsetten ruhunun simdi tavsan yüreklilikle çirpindigi, oradaki
su canim günes isigiyla nasil flört ettigi gözümden kaçiyor sanma! Hatta sen su
ya da bu davranista bulunmadan, içimden bir ses bana söylüyor nasil
davranacagini." Kilavuzum iste bu anlama gelen bir gülümsemeyle beni süzdü ve
ilk adimi atip önden girdi geçide. Idama mahkûm biri ensesine inecek baltadan
nasil nefret eder, ama beri yandan onu severse, ben de kilavuzumdan hem nefret
ediyor, hem seviyordum. Ama hepsinden çok bilgisinden, kilavuzlugundan ve
soguklugundan, o sevimli yetersizliklerden hiçbirini kendisinde
barindirmayisindan nefret edip kilavuzumu küçümsüyor, kendimde ona hak
veren, onu onaylayan, onun gibi olan ve onu izlemek isteyen ne varsa,
hepsine dis biliyordum.

Kilavuzum hemen birkaç adim ilerlemis, siyah siyah akan çaydaki çakillarin
üzerinden yürüyüp gitmisti ve tam o sirada ilerdeki ilk kayanin kösesini
dönüp gözden kaybolmak üzereydi.

"Dur!" diye seslendim arkasindan, korkuya kapilarak. Hani öyle sanmistim ki,
bütün bunlar bir düsse, o andaki korkum bu düsü parçalayip atacak, ben de
uyanip kendime gelecektim. "Dur!" diye seslendim. "Bekle beni, henüz hazir
degilim!"

Kilavuzum durdu, basini döndürüp sessizce bana bakti; bir suçlama
içermiyordu bakisi, ama o korkunç kavrayis gücüyle, o katlanilmasi güç
bilgelikle, sezmeler ve önceden farkina varmalarla doluydu. "Dönsek daha mi
iyi olacak acaba?" diye sordu. Agzindan son sözcük henüz çikmamisti ki, hayir
cevabini verecegimi, hayir demeden yapamayacagimi anlamis ve bundan hiç
hoslanmamistim. Beri yandan, içimde eski, alisilmis, sevilmis, asina ne çok
sey varsa, bir çaresizlik içinde: "Evet de, evet de!" diyerek sesini
yükseltmisti. Bütün dünya, dogup büyüdügüm bütün o yerler, demirden küreler
gibi ayaklarima gelip asilmisti.

"Evet!" diye bagirmak istiyor, ama bagiramayacagimi da çok iyi biliyordum.

Derken kilavuzum elini uzatip arkamizda kalan kirlari, ovalan gösterdi, ben
de bir kez daha basimi çevirip o sevdigim yerlere baktim. Neye ugradigimi
sasirdim ansizin: O sevdigim kirlar, ovalar adeta güçsüz düsmüs beyaz bir
günesin altinda,,. soluk ve yavan, serilmis yatiyordu, renklerde sahte ve
çigirtkan bir hava vardi, gölgeler is gibi karaydi ve büyüselliklerinden
soyulup alinmisti; her seyde, her seyde ki çarpan yürek oyulup çikarilmis,
her sey tüm güzelliklerinden ve burcu burcu kokularindan yoksun
birakilmisti, her seyde kusturulacak kadar tikinilmis nesnelerin kokusu ve
tadi vardi. Benim sevip hoslandigim seyleri degersiz kilmak, özsularini ve
ruhlarini çekip içlerinden almak, mis gibi kokularini pis kokulara
dönüstürmek, renklerinin canina okumak için, kilavuzumun basvurdugu yöntemi
artik çok iyi biliyor, bundan müthis korkup çekiniyordum! Tanrim, biliyordum
artik: Dün sarap olan sey, bakiyordum bugün sirkeye dönüsmüs. Ve sirke bir
daha sarap olmuyordu asla!

Sesimi çikarmayarak mahzun mahzun kilavuzumun pesinden yürüdüm. Hakliydi
çünkü, her zaman oldugu gibi bu kez de hakliydi. Yanibasimda olsundu bari,
simdiye kadar sik sik yaptigi gibi karar aninda hemen ortadan kaybolmasin,
beni içimdeki sesle, gitmeden kendi yerine biraktigi bu sesle tek basima
koymasindi, gözümün önünde olsundu hep. Kilavuzumun sorusuna cevap
vermemistim, ama yüregim coskuyla söyle sesleniyordu: "Hayir, hayir,
dönmeyelim, geliyorum iste!" Çaydaki çakillar da bir kaygandi ki! Ayaklar
altinda küçülerek kayip giden islak taslarin üzerinde adim adim yürümek
yorucu ve bas döndürücüydü. Beri yandan, çayin yatagi ansizin diklesmeye
baslamisti; birbirlerine giderek daha çok yaklasan kaya duvarlar kaslarini
çatarak adeta devlesiyor, sivri köselerinden her biri insani kiskaca almak,
dönüs yolunu kapamak gibi haince bir niyet besliyordu. Pürtüklü san
kayalarin üzerinden zar gibi ince bir su, agdali ve sümüksü, akip geliyordu
yukaridan. Basimizin üstünde ne gökyüzü, ne bir bulut seçiliyordu artik ne
de bir mavilik.

Kilavuzumun arkasindan ha babam yürüyor, korkudan ve isteksizlikten ikide
bir gözlerimi yumuyordum. Ansizin yol kenarinda siyah bir çiçek ilisti
gözüme, kadife gibi siyahti, gözleri mahzun mahzun .bana bakiyordu. Güzel
bir çiçekti dogrusu, asina bir dille bana seslendigini duyuyordum, ama
kilavuzum o anda adimlarini açmisti; hem açikça hissediyordum ki, söyle bir
an oyalansam, söyle bir kez egilip o kadife gözlü çiçege baksam, içimdeki
kasvet, yüregimdeki çaresiz hüzün iyice koyulasip dayanilmaz hale gelecek,
ruhum da o zaman saçmaligin ve hezeyanin kol gezdigi, insanla alay eden
bu yere çivilenip kalacak, bir daha buradan kopup ayrilamayacaktim.

Üstüm basim islanip pislenmis, sürüne sürüne ilerliyordum; tepemizdeki
islak duvarlar birbirine iyice sokulunca, kilavuzum beni avutmak için yine
o eski sarkisini mirildanmaya koyuldu. Delikanlilara özgü o neseli ve gür
sesiyle adimlarinin temposuna uydurarak Su sözleri yineleyip duruyordu:
"Basaracagim, basaracagim, basaracagim!" Biliyordum, benim moralimi
güçlendirmeye, beni gayrete getirmeye çalisiyordu; beni oyalayip bu cehennem
yolculugunun rezilligini ve insanin içini kararlari kasvetli manzarasini
unutturmakti niyeti. Biliyordum, benim de kendisine katilmami, can sikici
sarkiyi birlikte söylememizi istiyordu. Bense buna yanasmiyor, ona bu zaferi
çok görüyordum. Sarki söyleyecek halim mi vardi benim? Tanrinin kendisinden
bekleyemeyecegi islere gönülsüz karistirilan biri, zavalli siradan bir insan
degil miydim? Çay kenarinda açan bir karanfil, bir unutmabeni çiçegi neden
sanki oldugu yerde kalamasin, kendi türüne özgü bir sekilde çiçek açip vakti
gelince solup gidemesindi?

Kilavuzum habire: "Basaracagim, basaracagim, basaracagim!" diye mirildaniyordu.
Ah, keske geri dönebilseydim! Gelgelelim kilavuzumun olaganüstü yardimiyla
öyle yalçin duvarlari tirmanmis, öyle uçurumlari asmistim ki, ayni yolu izleyip
de geriye dönebilmem düsünülecek gibi degildi. Bazen bogazima bir sey dügümlenip
aglayacak gibi oluyor, ama aglayamiyordum; oysa aglamak hiç olmazdi. Yüksek
sesle ve dikbasli, kilavuzumun sarkisina ben de katildim çaresiz, kendisiyle
ayni tempoyu ve ayni ses tonunu korumaya çalisiyordum, ama onun sözlerini
degil de su sözleri söylüyordum sürekli: "basarmaliyim, basarmaliyim,
basarmaliyim!" Ne var ki, bir yokusu tirmanirken sarki söylemek kolay degildi,
çok geçmeden kesildi nefesim, hizli hizli solumaya baslayarak sustum. Ama
kilavuzum, yorulmak nedir bilmeden sarkisini söylemeye devam etti:
"Basaracagim, basaracagim, basaracagim!" Zamanla beni yola getirdi, ben de
onun sözlerini mirildanmaya koyuldum. Artik biraz daha kolay
tirmanabiliyordum yokusu; kendimi basarmak zorunda hissetmiyor, gerçekten
istiyordum bunu, sarki söylemek beni hiç yormuyordu. Birden aydinlandi içim,
içimin aydinlanmasiyla kaygan kayalar geriye çekildi hemen, islakliklari
giderek kayboldu, iyi kalpli, sevecen kayalara dönüstüler, ayagim kayar gibi
oldukça yardim elini uzattilar bana; basimizin üstünde de yavas yavas mavi
bir gökyüzü belirip ortaya çikti, kayalik sahiller arasinda mavi mavi akip
giden küçük bir çay gibiydi ilkin, sonra küçük mavi bir göl oldu, göl büyüdü,
çevreye dal budak saldi derken. Daha bir yürekten,daha bir içtenlikle
istemeye çalistim, gökyüzündeki göl daha da genisledi, izledigimiz patika
giderek daha rahat yürünebilir bir yola dönüstü, hatta kimi yerlerde bir süre
hiç sikayet etmeden kilavuzumun yani sira güçlük çekmeden segirttigim
oluyordu. Ansizin dagin tepesini az ilerimizde gördük; dimdik, günesin yakip
kavurdugu havada piril pirildi.

Tepenin biraz altinda dar patikadan siyrilip çiktik disari. Karsidan vuran
günes gözlerimi kamastirdi, gözlerimi yumup yeniden açtigimda nefesim kesildi
adeta, dizlerimin bagi çözüldü, çünkü tutunacak herhangi bir seyden yoksun,
dagin sirtinda boslukta bulmustum kendimi; dört bir yanimda gökyüzü uzanip
gidiyordu; korkutucu, mavi bir derinlik sarmisti çevremizi, yalnizca dagin
sivri dorugu karsimizda bir merdiven gibi incecik yükseliyordu. Ama gökyüzü
ve günese kavusmustuk yine, insani soluksuz birakan en son sarp yamaci da
tirmanmaya koyulduk; dudaklarimiz birbirine bastirilmis, alinlarimiz kiris
kiris, adim adim ilerliyorduk. Derken vardik tepeye; güneste kizmis daracik
kayalarin üzerinde, insanla alay eder gibi incelmis sert havada dikilmeye
basladik. Dag acayip bir dagdi, tepe de acayip bir tepe. Sayilamayacak kadar
çok yalçin kayaliklari tirmanarak çiktigimiz bu tepede daglar arasindan bir
agaç basini çikarmis, büyüyüp boy atmisti; iri gövdeli, bodur bir seydi,
kisa ve güçlü birkaç dali vardi. Akil almayacak kadar yalniz, tuhaf, sert ve
kati duruyordu kayalarin içinde, dallari arasinda gökyüzünün mavisi.
Tepesindeki bir dala siyah bir kus tünemis, çirkin bir sesle ötüp duruyordu.

Yerden hayli yüksekte kisa bir molanin sessiz düsü: Günes piril piril
parliyor, kayalar ates gibi yaniyor, agaç gözlerini dikmis kaskati bize
bakiyor, kus boguk bir sesle: "Sonsuzluk! Sonsuzluk!" diye ötüp hoyrat
bakisli isil isil gözleriyle siyah bir kristal gibi bizi süzüyordu. Bakisina
katlanmak güçtü, ötüsüne katlanmak güç; her seyden önce bu yerdeki yalnizlik
ve bosluk, gökyüzündeki issiz uzamlarin bu basdöndürücü genisligi korkunçtu.
Ölmek tasarlanamayacak kadar büyük bir haz, burada kalmak anlatilamayacak
kadar büyük bir azapti. Bir sey olmasi, hemen, bir an önce olmasi gerekiyordu
yoksa hem biz, hem dünya dehsetle tas kesilecektik. Ilerde basa gelebilecek
böyle bir seyin kahredici, yakip kavurucu esintisini duyuyordum, bir
firtinadan önce çikan bir rüzgar gibiydi adeta. Bizi bekleyen akibetin hem
bedenim, hem ruhum üzerinde siddetli bir sitma nöbeti gibi gezindigini
hissediyordum. Gözdagi vermisti ilkin, sonra kalkip geldi, yaklasti iyice ve
simdi yanimizdaydi. - Kus birden havalandi daldan, kendini gökyüzünün
bosluguna birakti.

Kilavuzum siçradigi gibi maviliklerin içine atladi hemen, titresen
gökyüzünün içine düstü, uçup gitti. O anda, yazgi denen seyin dalgasi
iyice kabarmis, doruk noktasina gelip dayanmisti; yüregimi vücudumdan
koparip aldi derken, sonra sessizce kirilip parçalandi.

Düsmeye baslamistim, yuvarlaniyor, siçriyor, uçuyordum; hava anaforlarina
yakalanmis, mutlu, duydugum hazzin acisiyla titreyerek sonsuzluk içinden
asagilara düstüm ve annemin kucaginda aldim solugu.

Hermann Hesse

xxx