KARANLIK
THOMAS'dan
(...)
İkinci gecenin ortalarına doğru Thomas kalktı
ve sessizce
aşağı indi. Yarı kör bir kediden başka
kimse onu görmedi;
kedi, gecenin biçim değiştirdiğini görüp, görmediği
bu
yeni gecenin peşinden koştu. İçinde kendisine
tanıdık
gelen hiçbir korku bulamadığı bir tünele süzüldükten
sonra
gırtlağından, kedilerin kutsal hayvanlar
olduklarını ima
ettikleri o boğuk sesi çıkararak miyavlamaya
başladı.
Kabarıyor ve hırıldıyordu. Dönüşmekte olduğu
puttan aldığı
anlaşılmaz ses, geceye hitap ediyor ve konuşuyordu.
"Neler oluyor?" diyordu bu ses. "Her
zaman iletişim içinde
olduğum ruhlar, çanak dolu olunca kuyruğumu çeken
ruh, beni
sabahın elinden kaçırıp rahat bir kuş-tüyü
mindere yatıran
ruh ve içlerinde en güzeli, miyavlayan, mırıldayan,
sanki
kendi ruhummuş gibi tıpkı bana benzeyen ruh,
hepsi kayboldu.
Neredeyim şimdi? Patimle usulca yokladığımda,
bir şey
bulamıyorum. Hiçbir yerde bir şey yok. Bir oluğun
kenarın-
dayım sanki, düşmekten başka birşey gelmez
elimden. Düşmek
beni korkutmaz. Ancak hakikat şu ki, düşemem
bile; hiçbir
düşüş mümkün değil; beni geriye iten ve içinden
geçemeyece-
ğim özel bir boşluk etrafımı sarmış
durumda. Neredeyim peki?
Üstümde uğursuzluk var. Eskiden ansızın, çekinmeden
ateşe
atılabilen bir hayvana dönüşerek, çok önemli
sırlara nüfuz
ederdim. Beni ikiye bölen şimşek sayesinde,
attığım tırmık
sayesinde yalanları, suçları daha işlenmeden
bilirdim. Hal-
buki şimdi bakışsız bir varlığım. Korkunç
bir ses duyuyorum,
bütün bu söylediklerimi tek kelimesini
anlamadan bu sesle
söylüyorum. Düşünüyorum, ama nasıl tüylerin
kıvırcıklığı ve
kulak gıdıklanması bağımlı olduğum yabancı
türlerin bir
işine yaramazsa, düşüncelerim de benim bir işime
yaramıyor.
İçime sadece dehşet işliyor. Tüyler ürpertici
bir hayvan
iniltisi çıkararak dönüp duruyorum. Bir
ruhunki kadar büyük
bir yüzüm olduğunu hissediyorum; kaygan ve
donuk bir dili
--kör dili--; önsezi yeteneği olmayan biçimsiz
bir burnu;
şeyleri içimizde görmemizi sağlayan o dimdik
alevden yoksun
iri gözleri olan bir yüz, iğrenç yara. Postum
çatlıyor.
Bunun en son aşama olduğuna hiç şüphe yok. Tüylerimi
birbi-
rine sürterek, bu karanlığın içinde bile
kendimden doğaüstü
bir ışık çıkartmam artık mümkün olmadığında,
her şey bitmiş
olacak. Daha şimdiden, en koyu karanlıklardan
daha karanlığım.
Gecenin gecesiyim. Gölgelerin içinden geçerek
--onların
gölgesi olduğum için aralarından sivrilerek--
üstün kedi ile
karşılaşmaya gidiyorum. Artık içimde hiç
korku yok. Tamamen
bir insanınkine benzeyen vücudum --mutluluğa
ermiş birinin
vücudu-- ölçülerini korudu, ama başım
kocaman. Bir ses duyulu-
yor, daha önce hiç duymadığım bir ses.Vücudum
donuk ve ıslak
olduğu halde, oradan çıkıyormuş gibi görünen
bir ışık, etrafı-
ma, başka bir vücuda benzeyen ve içinden çıkamadığım
bir daire
çiziyor. Bir manzara ayırt etmeye başlıyorum.
Karanlık giderek
yoğunlaşırken, büyük beyazımsı bir şekil
dikiliyor karşıma.
Kör bir içgüdüyle ben diyorum, zira dünyada
yönümü bulmamı
sağlayan dimdik kuyruğumu kaybettiğimden beri,
besbelli kendim
değilim artık. Durmadan büyüyen ve bir baş
olacağı yerde, bir
bakıştan başka bir şey olmadığı anlaşılan
bu baş tam olarak
ne? Rahatsız olmadan göremiyorum onu. Kımıldıyor,
yaklaşıyor.
Tamamen bana dönük, ve bakıştan ibaret olmasına
rağmen, beni
görmediğine ilişkin o korkunç izlenimi
veriyor bana. Bu daya-
nılmaz bir duygu. Eğer hala tüylerim olsaydı,
hepsinin vücudumda
dikildiğini hissederdim. Ama içinde bulunduğum
durumda
duyduğum korkuyu saptama imkanım bile yok. Ölüyüm,
ölü. Bu baş,
benim başım, beni görmüyor bile, çünkü yok
oldum. Kendime bakan
da, kendimi ayırt edemeyen de benim. Ey ölümümü
kayda geçirmek
için bir anlığına dönüştüğüm üstün
kedi, şimdi heptan kaybolacağım...
(...)
Maurice
Blanchot
|