xxx

 

KÖRLEŞME'den

"Öyle sanıyorum ki, kadınların önemini abartıyorsun", dedi, "Onları aşırı ciddiye
alıyorsun ve insan yerine koyuyorsun. Ben ise kadınlara geçiçi bir kötülük gözüyle
bakıyorum. Bu bakımdan bazı böcek türlerinin durumu bizden iyi. Bir ya da bir kaç
ana, bütün bir kovanı, bütün bir türü dünyaya getiriyor. Öteki hayvanlar ise
gelişmeden kalıyor. Termitlerin alışkın olduklarından daha yoğun bir birlikte
yaşama biçimi düşünülebilir mi? Böyle bir kovan, ne denli korkunç bir cinsel
uyaranlar birikimi taşırdı-tabii hayvanlar, cinselliklerine sahip olsalardı! Ama
cinsellikleri yok, buna ilişkin içgüdüleri de en alt düzeye indirgenmiş durumda.
Ve onlar, bu denli az olandan bile korkuyorlar. Içinde binlerce ve binlerce
hayvanın görünüşte anlamsız biçimde ölüp gittikleri oğul ya da sürüyü ben, kovanın
içerdiği cinsellik birikiminden bir kurtuluş olarak görüyorum. Bu hayvanlar,
çoğunluğu aşkın yol açacağı karışıklıklardan korumak için, kitlelerinin küçük bir
bölümünü kurban ediyorlar. Çünkü içinde aşka bir kez izin verilirse tüm kovan
yıkılır gider. Bir termitler kolonisindeki sefahat aleminden daha etkileyici bir
tasarım canlandıramıyorum kafamda. Böyle bir durumda hayvanlar, ne olduklarını
unuturlar; dev bir anımsama eylemi, onları boyunduruğu altına almış ve bağnaz bir
bütünün parçalarına dönüştürmüştür. Artık her biri kendi için var olmak ister; bu
içlerinden yüzünde ya da bininde başlar, sonra çılgınlık, onların çılgınlığı, kitle
çılgınlığı, giderek genişler. Nöbetçiler, geçitlerdeki yerlerinden ayrılırlar; bütün
koloni, mutsuz bir aşkın yalazlarıyla kavrulur. Cinsiyetleri bulunmadığından
çiftleşemezler. (s510)

(-)

- Aşk diye birşey yoktur. Olmayan birşeyin de yeri ne doldurulabilir ne de
doldurulamaz. Aynı kesinlikle kadın diye birşey yoktur, diyebilmeyi isterdim.
Termitler bizi ilgilendirmez. Orada kadınlar yüzünden acı çeken var mı? Onun için
biz insanlarda kalalım. Dişi örümceklerin, zayıf yaratıklar olan erkek örümcekleri
kötüye kullandıktan sonra kafalarını koparmaları, yalnızca dişi sivrisineklerin kan
emmeleri burada konumuz dışında. Erkek arılar arasında kraliçe uğruna yapılan savaş,
bir barbarlıktan başka birşey değildir. Erkek arılara gerek yoksa, neden
yetiştiriliyorlar? Yararlıysalar, o zaman neden öldürülüyorlar? Ben, tüm
hayvanların en acımasızı ve en çirkini olan örümceği, kadınlığın simgesi sayıyorum.
Örümceğin ağı, güneşte zehirli ve mavi parıltılar saçar. (s511-512)

(-)

Gerçek büyük düşünürler, kadının değersiz bir yaratık olduğuna inanmışlardır.
Konfüçyüs’ün konuşmalarını araştır bir kez; gerek günlük yaşamın konuları, gerekse
günlük yaşamın sınırlarını aşan konular üzerine belki bin görüş ve yargı vardır; ama
bak bakalım, kadınları uzaktan yakından ilgilendiren bir tek cümle bulabilir misin!
Suskunluğun ustası, kadınlar üzerine susar ve konuyu böyle geçiştirir. Biçim
kurallarının aynı zamanda içerik açısından da bir değer taşıdığına inanmasına karşın,
ölen kadınların arkasından, matem tutulmasını bile uygunsuz ve rahatsız edici bulur.
Konfüçyüs çok genç evlenmişti. Bunu da inandığından ve aşık olduğu için değil, ama
törelerin gereğini yerine getirmek için yapmıştı. Karısı uzun süren bir evlilik
yaşamından sonra öldü. Oğlu, ölünün başında yüksek sesle yakınmaya başladı. Ağladı,
kendini yerden yere attı ve bu kadın, bir rastlantı sonucu annesi olduğu için, yerini
hiçbirşeyin dolduramayacağını sandı. Bunun üzerine Konfüçyüs, üzüldüğü için, oğlunu
sert sözlerle azarladı. İşte, erkek diye buna denir. (s512)

(-)

Buda’nın en sevdiği öğrencisi olan Ananda, bir defasında, Buda’ya şu soruyu sormuştu:
"Yüce efendim, kadınların toplantılara katılamamaları, ticaret yapamamaları ve
ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları nedendir, söyler misiniz?"

- Kadınlar, hemen öfkelenirler, Ananda, kadınlar, kıskançtır, Ananda, kadınlar aptaldır
Ananda, işte Ananda, kadınların toplantılara katılamamaları, ticaret yapamamaları ve
ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları bundandır.

Kadınlar, tarikata girmek için yalvarmışlardı. Buda’nın öğrencileri de onların yanını
tutmuşlardı. Ama Buda, uzun süre onlara karşı koydu. Onyıllar sonra, yufka
yürekliliğinin ve acıma duygusunun tutsağı olarak kendi doğru düşüncelerine karşı
çıktı; rahibeler için bir tarikat kurdu. Rahibeler için kurmuş olduğu sekiz katı
kuralın ilki şöyleydi: "Bir rahibe, tarikata girişinin üzerinden, isterse yüzyıl
geçmiş olsun, henüz o gün tarikata girmiş bir rahiple bile karşılaşsa, onu saygıyla
selamlamak, önünde ayağa kalkmak, ellerini kavuşturmak ve onu gerektiği gibi
onurlandırmak zorundadır. Rahibe, bu kurala saygı göstermek, uymak, kutsal saymak
ve yaşamı boyunca karşı gelmemek yükümü altındadır.

Bunun gibi, rahibelerden kesinlikle kutsal saymalarının istendiği yedinci kural da
şöyledir: "Bir rahibe, hiçbir koşul altında, bir rahibi aşağılayıcı davranışlarda
bulunamaz ve onu azarlayamaz.

Sekizinci kural: "Bugünden başlamak üzere, rahibelere erkekler karşısında konuşma
yolu kapanmıştır. Ama rahiplere, rahibeler karşısında konuşma yolu açıktır." (s513)

(-)

Bir ağaç kadar sert,
Nehirler gibi kıvrımlı,
Bir kadın kadar kötü,
Bunca kötü ve aptal.

Der, Hintlilerin en eski özdeyişlerinden biri. Dile getirilmek istenen konunun
korkunçluğu karşısında, özdeyişlerin çoğu gibi bu da sertlikten kaçınan bir
özdeyiş. Ama Hindistan halkının duyguları açısından iyi bir gösterge! (s514)

(-)

Ölüm, evliliğe son verir, ölümün yaptığını, ben yapmak hakkına sahip değil miyim?
Nedir ki ölüm dedikleri. İşlevlerin durması, bir olumsuzluk, bir hiçlik. Böyle bir
hiçliği mi beklemeliydin. Dirençli, yaşlanmış bir bedenin keyfini mi beklemeliydin.
Çalışmasına, yaşamasına, kitaplarına, kast edildiği zaman, kim eli kolu bağlı
bekler. O kadından nefret ediyorum. Şimdi de ediyorum. Ölmüş olmasına karşın nefret
ediyorum. Nefret etmeye hakkım var. Bütün kadınların nefreti hakkettiklerini
kanıtlayacağım sana. (s517)

(-)

Homeros, kadınlar hakkında bizden çok şey biliyordu. Biz görenlerin, o kör ozandan
ders almamız gerek. Afrodite’in ihanetini anımsa. Topalladığı için, Hephaistos’u
beğenmez. Kiminle aldatır Hephaistos’u? Demirci Hephaistos’ta bulamadığı tüm
güzellikleri taşıyan, ozan ve Hephaistos gibi bir sanatçı olan Apollon’la mı?
Tüm yeraltının sahibi olan karanlık Hades’le mi? Denizlere fırtınaları yollayan,
güçlü ve öfkeli Poseidon’la mı? Onun, denizlerinden doğma olduğu için, Poseidon’la
mı aldatması uygun düşerdi, peki kiminle? Yoksa kadınlarınki de dahil olmak üzere,
tüm hilelerden anlayan, kurnazlığı ve beceriksizliği karşısında, kendisinin, yani
bir aşk tanrıçasının bile geri çekilmek zorunda olduğu Hermes’le mi? Hayır, Afrodit,
kafasının boşluğunu bir sürü adale ile dolduran, kızıl saçlı bir budalayı,
Yunanistan’daki paralı askerlerin tanrısı olan Ares’i yeğler. Akıl diye birşey yoktur
Ares’te. Yalnız yumruklarına güvenir. Kabalığı sınırsızdır. Ama sınırlı bir kafanın
somut örneğidir. (s519-520)

(-)

Karısı tarafından öldürülen, yeraltı dünyasında artık salt donuk, mavi bir gölge
gibi var olan Agamemnon’un, Odyseus’a, söyledikleri, bence Homeros’un, bize bırakmış
olduğu en değerli ve en özgün mirastır:

Sen de ders al bundan,
Yumuşak olma karına,
Güvenip ona açma tekmil düşüncelerini,
Ara sıra açıl ona,
Ara sıra fikrini sakla,
Çok gizli yanaştır gemini, sevgili baba toprağına,
Görünme kimseye sakın, güven olmaz, kadın milletine.

Acımasızlık, Yunan tanrıçalarının başlıca özelliklerinden biridir. Tanrılar ise daha
bir insana yakındır. Hera’nın korkunç öfkesinin kurbanı olan, Herakles kadar,
acımasızca işkence görmüş ve amansızca izlenmiş bir başka yaratık daha var mıdır şu
yeryüzünde. (s522)

(-)

Kleopatra, kızkardeşini öldürtür -her kadın, her kadınla savaşır zaten, sonra
Antonius’u aldatır -her kadın, her erkeği aldatır. Kleopatra, Antonius’u ve Roma’nın
Asyadaki eyaletlerini kendi lüksü uğruna kullanır -her kadın, lükse duyduğu aşk
uğruna yaşar ve ölür. Kleopatra, Antonius’a, daha ilk tehlike anında ihanet eder.
Onu, kendini yakacağına inandırır. Bu arada Antonius, kendini öldürür. Kleopatra
kendini yakmaz. Ama kendisine yakışan bir matem giysisini hemencecik buluvermiştir.
Bu giysiyi, Oktavianus’u yakalamak için yem olarak kullanacaktır. Gelgelelim,
Oktavianus, ona bakmayıp, gözlerini yere dikecek denli akıllıdır. Kleopatra’yı
hiç görmemiş olduğunu bahse girerim. Genç ve kurnaz Oktavianus’un üzerinde zırhı
vardı. Yoksa Kleopatra, teniyle sonuç almayı dener ve öte yandan Antonius, son
nefesini verirken, bedenini Oktavianus’un bedenine yapıştırırdı. Ama Oktavianus
denen o muhteşem insan, tenini zırhıyla, gözlerini de bakışlarını yere dikerek
korur. Kleopatra’nın onu yalnızca burnundan yararlanarak ele geçirmesi ise
olanaksızdı. Oktavianus, burnuna güveniyordu. Büyük bir olasılıkla koku alma
duyusu iyi gelişmemişti. Erkek, evet erkek diye ona derler. Ona nasıl hayranım
bir bilsen. Kleopatra’ya Sezar bile yenildi de o yenilmedi. (s527-528)

(-)

Akino’lu Aziz Thomas "Kadın hızla büyüyüp, yayılan yabani otlar gibidir. Eksik
gelişmiş bir insandır." demişti. Bedeni ise, değersiz olduğu ve doğa bu nedenle
fazla ilgilenmediği için, erken gelişir. Ya ilk modern komünest olarak
değerlendirilebilecek Thomas Morus. Ütopya’da yaşayanlara ilişkin, evlilik
yasalarına nerede yer vermişti? Köleliğe ve suçlara ayırdığı bölümde! (s.528-529)

Elias Canetti

xxx