KÖRLEŞME'den
"Öyle sanıyorum ki,
kadınların önemini abartıyorsun", dedi,
"Onları aşırı ciddiye
alıyorsun ve insan yerine koyuyorsun. Ben ise
kadınlara geçiçi bir kötülük gözüyle
bakıyorum. Bu bakımdan bazı böcek türlerinin
durumu bizden iyi. Bir ya da bir kaç
ana, bütün bir kovanı, bütün bir türü dünyaya
getiriyor. Öteki hayvanlar ise
gelişmeden kalıyor. Termitlerin alışkın
olduklarından daha yoğun bir birlikte
yaşama biçimi düşünülebilir mi? Böyle bir
kovan, ne denli korkunç bir cinsel
uyaranlar birikimi taşırdı-tabii hayvanlar,
cinselliklerine sahip olsalardı! Ama
cinsellikleri yok, buna ilişkin içgüdüleri de
en alt düzeye indirgenmiş durumda.
Ve onlar, bu denli az olandan bile korkuyorlar. Içinde
binlerce ve binlerce
hayvanın görünüşte anlamsız biçimde ölüp
gittikleri oğul ya da sürüyü ben, kovanın
içerdiği cinsellik birikiminden bir kurtuluş
olarak görüyorum. Bu hayvanlar,
çoğunluğu aşkın yol açacağı karışıklıklardan
korumak için, kitlelerinin küçük bir
bölümünü kurban ediyorlar. Çünkü içinde aşka
bir kez izin verilirse tüm kovan
yıkılır gider. Bir termitler kolonisindeki
sefahat aleminden daha etkileyici bir
tasarım canlandıramıyorum kafamda. Böyle bir
durumda hayvanlar, ne olduklarını
unuturlar; dev bir anımsama eylemi, onları
boyunduruğu altına almış ve bağnaz bir
bütünün parçalarına dönüştürmüştür.
Artık her biri kendi için var olmak ister; bu
içlerinden yüzünde ya da bininde başlar,
sonra çılgınlık, onların çılgınlığı,
kitle
çılgınlığı, giderek genişler. Nöbetçiler,
geçitlerdeki yerlerinden ayrılırlar; bütün
koloni, mutsuz bir aşkın yalazlarıyla kavrulur.
Cinsiyetleri bulunmadığından
çiftleşemezler. (s510)
(-)
- Aşk diye birşey yoktur. Olmayan birşeyin de
yeri ne doldurulabilir ne de
doldurulamaz. Aynı kesinlikle kadın diye birşey
yoktur, diyebilmeyi isterdim.
Termitler bizi ilgilendirmez. Orada kadınlar yüzünden
acı çeken var mı? Onun için
biz insanlarda kalalım. Dişi örümceklerin,
zayıf yaratıklar olan erkek örümcekleri
kötüye kullandıktan sonra kafalarını
koparmaları, yalnızca dişi sivrisineklerin kan
emmeleri burada konumuz dışında. Erkek arılar
arasında kraliçe uğruna yapılan savaş,
bir barbarlıktan başka birşey değildir. Erkek
arılara gerek yoksa, neden
yetiştiriliyorlar? Yararlıysalar, o zaman neden
öldürülüyorlar? Ben, tüm
hayvanların en acımasızı ve en çirkini olan
örümceği, kadınlığın simgesi sayıyorum.
Örümceğin ağı, güneşte zehirli ve mavi parıltılar
saçar. (s511-512)
(-)
Gerçek büyük düşünürler, kadının değersiz
bir yaratık olduğuna inanmışlardır.
Konfüçyüs’ün konuşmalarını araştır bir
kez; gerek günlük yaşamın konuları, gerekse
günlük yaşamın sınırlarını aşan konular
üzerine belki bin görüş ve yargı vardır;
ama
bak bakalım, kadınları uzaktan yakından
ilgilendiren bir tek cümle bulabilir misin!
Suskunluğun ustası, kadınlar üzerine susar ve
konuyu böyle geçiştirir. Biçim
kurallarının aynı zamanda içerik açısından
da bir değer taşıdığına inanmasına karşın,
ölen kadınların arkasından, matem tutulmasını
bile uygunsuz ve rahatsız edici bulur.
Konfüçyüs çok genç evlenmişti. Bunu da
inandığından ve aşık olduğu için değil,
ama
törelerin gereğini yerine getirmek için yapmıştı.
Karısı uzun süren bir evlilik
yaşamından sonra öldü. Oğlu, ölünün başında
yüksek sesle yakınmaya başladı. Ağladı,
kendini yerden yere attı ve bu kadın, bir
rastlantı sonucu annesi olduğu için, yerini
hiçbirşeyin dolduramayacağını sandı. Bunun
üzerine Konfüçyüs, üzüldüğü için, oğlunu
sert sözlerle azarladı. İşte, erkek diye buna
denir. (s512)
(-)
Buda’nın en sevdiği öğrencisi olan Ananda,
bir defasında, Buda’ya şu soruyu sormuştu:
"Yüce efendim, kadınların toplantılara
katılamamaları, ticaret yapamamaları ve
ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları
nedendir, söyler misiniz?"
- Kadınlar, hemen öfkelenirler, Ananda, kadınlar,
kıskançtır, Ananda, kadınlar aptaldır
Ananda, işte Ananda, kadınların toplantılara
katılamamaları, ticaret yapamamaları ve
ekmeklerini kendi uğraşlarıyla kazanamamaları
bundandır.
Kadınlar, tarikata girmek için yalvarmışlardı.
Buda’nın öğrencileri de onların yanını
tutmuşlardı. Ama Buda, uzun süre onlara karşı
koydu. Onyıllar sonra, yufka
yürekliliğinin ve acıma duygusunun tutsağı
olarak kendi doğru düşüncelerine karşı
çıktı; rahibeler için bir tarikat kurdu.
Rahibeler için kurmuş olduğu sekiz katı
kuralın ilki şöyleydi: "Bir rahibe,
tarikata girişinin üzerinden, isterse yüzyıl
geçmiş olsun, henüz o gün tarikata girmiş
bir rahiple bile karşılaşsa, onu saygıyla
selamlamak, önünde ayağa kalkmak, ellerini
kavuşturmak ve onu gerektiği gibi
onurlandırmak zorundadır. Rahibe, bu kurala
saygı göstermek, uymak, kutsal saymak
ve yaşamı boyunca karşı gelmemek yükümü
altındadır.
Bunun gibi, rahibelerden kesinlikle kutsal
saymalarının istendiği yedinci kural da
şöyledir: "Bir rahibe, hiçbir koşul altında,
bir rahibi aşağılayıcı davranışlarda
bulunamaz ve onu azarlayamaz.
Sekizinci kural: "Bugünden başlamak üzere,
rahibelere erkekler karşısında konuşma
yolu kapanmıştır. Ama rahiplere, rahibeler karşısında
konuşma yolu açıktır." (s513)
(-)
Bir ağaç kadar sert,
Nehirler gibi kıvrımlı,
Bir kadın kadar kötü,
Bunca kötü ve aptal.
Der, Hintlilerin en eski özdeyişlerinden biri.
Dile getirilmek istenen konunun
korkunçluğu karşısında, özdeyişlerin çoğu
gibi bu da sertlikten kaçınan bir
özdeyiş. Ama Hindistan halkının duyguları açısından
iyi bir gösterge! (s514)
(-)
Ölüm, evliliğe son verir, ölümün yaptığını,
ben yapmak hakkına sahip değil miyim?
Nedir ki ölüm dedikleri. İşlevlerin durması,
bir olumsuzluk, bir hiçlik. Böyle bir
hiçliği mi beklemeliydin. Dirençli, yaşlanmış
bir bedenin keyfini mi beklemeliydin.
Çalışmasına, yaşamasına, kitaplarına, kast
edildiği zaman, kim eli kolu bağlı
bekler. O kadından nefret ediyorum. Şimdi de
ediyorum. Ölmüş olmasına karşın nefret
ediyorum. Nefret etmeye hakkım var. Bütün kadınların
nefreti hakkettiklerini
kanıtlayacağım sana. (s517)
(-)
Homeros, kadınlar hakkında bizden çok şey
biliyordu. Biz görenlerin, o kör ozandan
ders almamız gerek. Afrodite’in ihanetini anımsa.
Topalladığı için, Hephaistos’u
beğenmez. Kiminle aldatır Hephaistos’u?
Demirci Hephaistos’ta bulamadığı tüm
güzellikleri taşıyan, ozan ve Hephaistos gibi
bir sanatçı olan Apollon’la mı?
Tüm yeraltının sahibi olan karanlık Hades’le
mi? Denizlere fırtınaları yollayan,
güçlü ve öfkeli Poseidon’la mı? Onun,
denizlerinden doğma olduğu için, Poseidon’la
mı aldatması uygun düşerdi, peki kiminle?
Yoksa kadınlarınki de dahil olmak üzere,
tüm hilelerden anlayan, kurnazlığı ve
beceriksizliği karşısında, kendisinin, yani
bir aşk tanrıçasının bile geri çekilmek
zorunda olduğu Hermes’le mi? Hayır, Afrodit,
kafasının boşluğunu bir sürü adale ile
dolduran, kızıl saçlı bir budalayı,
Yunanistan’daki paralı askerlerin tanrısı
olan Ares’i yeğler. Akıl diye birşey yoktur
Ares’te. Yalnız yumruklarına güvenir. Kabalığı
sınırsızdır. Ama sınırlı bir kafanın
somut örneğidir. (s519-520)
(-)
Karısı tarafından öldürülen, yeraltı dünyasında
artık salt donuk, mavi bir gölge
gibi var olan Agamemnon’un, Odyseus’a, söyledikleri,
bence Homeros’un, bize bırakmış
olduğu en değerli ve en özgün mirastır:
Sen de ders al bundan,
Yumuşak olma karına,
Güvenip ona açma tekmil düşüncelerini,
Ara sıra açıl ona,
Ara sıra fikrini sakla,
Çok gizli yanaştır gemini, sevgili baba toprağına,
Görünme kimseye sakın, güven olmaz, kadın
milletine.
Acımasızlık, Yunan tanrıçalarının başlıca
özelliklerinden biridir. Tanrılar ise daha
bir insana yakındır. Hera’nın korkunç öfkesinin
kurbanı olan, Herakles kadar,
acımasızca işkence görmüş ve amansızca
izlenmiş bir başka yaratık daha var mıdır şu
yeryüzünde. (s522)
(-)
Kleopatra, kızkardeşini öldürtür -her kadın,
her kadınla savaşır zaten, sonra
Antonius’u aldatır -her kadın, her erkeği
aldatır. Kleopatra, Antonius’u ve Roma’nın
Asyadaki eyaletlerini kendi lüksü uğruna
kullanır -her kadın, lükse duyduğu aşk
uğruna yaşar ve ölür. Kleopatra, Antonius’a,
daha ilk tehlike anında ihanet eder.
Onu, kendini yakacağına inandırır. Bu arada
Antonius, kendini öldürür. Kleopatra
kendini yakmaz. Ama kendisine yakışan bir matem
giysisini hemencecik buluvermiştir.
Bu giysiyi, Oktavianus’u yakalamak için yem
olarak kullanacaktır. Gelgelelim,
Oktavianus, ona bakmayıp, gözlerini yere
dikecek denli akıllıdır. Kleopatra’yı
hiç görmemiş olduğunu bahse girerim. Genç ve
kurnaz Oktavianus’un üzerinde zırhı
vardı. Yoksa Kleopatra, teniyle sonuç almayı
dener ve öte yandan Antonius, son
nefesini verirken, bedenini Oktavianus’un
bedenine yapıştırırdı. Ama Oktavianus
denen o muhteşem insan, tenini zırhıyla, gözlerini
de bakışlarını yere dikerek
korur. Kleopatra’nın onu yalnızca burnundan
yararlanarak ele geçirmesi ise
olanaksızdı. Oktavianus, burnuna güveniyordu.
Büyük bir olasılıkla koku alma
duyusu iyi gelişmemişti. Erkek, evet erkek diye
ona derler. Ona nasıl hayranım
bir bilsen. Kleopatra’ya Sezar bile yenildi de
o yenilmedi. (s527-528)
(-)
Akino’lu Aziz Thomas "Kadın hızla büyüyüp,
yayılan yabani otlar gibidir. Eksik
gelişmiş bir insandır." demişti. Bedeni
ise, değersiz olduğu ve doğa bu nedenle
fazla ilgilenmediği için, erken gelişir. Ya
ilk modern komünest olarak
değerlendirilebilecek Thomas Morus. Ütopya’da
yaşayanlara ilişkin, evlilik
yasalarına nerede yer vermişti? Köleliğe ve
suçlara ayırdığı bölümde! (s.528-529)
Elias
Canetti
|