xxx

GADBY'S OTELİNE İNEN ADAM

...67 yılının kış mevsiminde, şakacı dostum Riley ile
Washington'da gazete muhabirliği yaptığımız sırada
Pennsyavania avenüsünden doğru geliyorduk. Vakit gece
yarısına kayındı. Müthiş bir kar fırtınası etrafı
kasıp kavuruyordu. Bir sokak lambasının altına
varınca, güçlükle yürüyerek karşı taraftan gelen bir
adam gördük. Bu adam birden duruvererek:
"Ne talih! Siz mister Riley'siniz, değil mi?" diye
haykırdı.

Riley, gayet serbest tavırlı ve Cumhuriyet sınırları
içinde sinirlerine herkesten fazla hakim bir adamdı. O
da durarak karşısındakini tepeden tırnağa süzdükten
sonra:
"Evet, ben mister Riley'im. Beni arıyordunuz öyle mi?"
diye sordu.

Adam neşeli bir çehre ile:
"Evet, sizi aramaktan başka bir şey yapamıyordum.
Burada karşılaşmamız havsalaya sığmayacak bir şans
benim için. Adım Lykins'tir. San Fransisko
ortaokulunun öğretmenlerindenim. Şehrimiz posta
şefliğinin münhal olduğunu haber alır almaz bu göreve
adaylığımı koymaya karar verdim. İşte, bu sebeple
buradayım..." dedi.

Riley, alçak sesle cevap verdi:
"Evet, mister Lykins, dediğiniz gibi buradasınız. O
memuriyeti elde ettiniz mi?"
"Henüz elde ettim diyemem ama, şimdiden ona yakın bir
neticeye yaklaştım sanıyorum. Bir dilekçe yazarak
kenarını Eğitim bakanlığı başmüfettişliğine ve sıra
ile öteki öğretmen arkadaşlarıma imza ettirdim. Sonra
dilekçemin arkasını, faydası olur, diye, San
Fransisko'da beni tanıyan iki yüz kadar vatandaşa da
imzalattım. Sizin yardımınızı da sağlamayı
düşünüyordum. Benimle Pasifik vilayetleri dairesine
kadar gelmenizi rica edecektim sizden. Zira bu tayin
işini hemen bitirip evime dönmek arzusundayım."

Riley, - onun konuşma tarzına alışmamış bir adam için
- hiçbir istihza kokusu sezdirmeyen bir sesle:
"İşiniz o kadar acele ise Pasifik dairesine bu geceden
gitsek nasıl olur?" dedi.
"Bu geceden mi? Oh, çok muvafık! Yatağa girmeden önce
kat'i bir vakit almak elbette işime gelir. Sağda,
solda sürtüp israf edecek vaktim mi var benim! Ben bir
düzüye çene çalan soydan değilim. Ben iş başaran
soydan bir adamım."
"İş başarmak için de tam uygun yerde bulunuyorsunuz,
vallahi! Ne vakit geldiniz Washington'a?"
"Bir saat önce."
"Ne vakit bu şehirden ayrılmak niyetindesiniz?"
"Yarın akşam New York'a dönmek, ertesi sabah da San
Fransisco yolunu tutmak kararındayım."
"Demek öyle!... Yarın ne yapmayı düşünüyorsunuz?"
"Ne yapmayı mı? Ne yapmayı olacak. Pasifik dairesi
memurlarından bir heyeti yanıma alıp dilekçemle
Cumhurbaşkanını görmeye gideceğim ve kendimi bu münhal
memuriyete tayin ettireceğim. En kestirme yol bu değil
mi?"
"Evet, çok doğru... Sonra ne yapacaksınız?"
"Öğleden sonra, saat ikide senatonun icra kolu
toplanıyor. Tayinimi tasdik ettireceğim. Yapılacak
işin bundan ibaret olduğu fikrinde değil misiniz?"

Riley düşünür gibi bir tavır takınarak:
"Evet... Evet... dedi. Yerden göğe kadar hakkınız var.
Ondan sonra, akşam trenine atlayarak New York'a
hareket edeceksiniz, ertesi sabah da sizi San
Fransisco'ya ulaştıracak nehir vapuru için bilet
alacaksınız..."
"Evet, öyle... Tastamam..."
"Demek, bir veya iki gün daha kalamıyorsunuz burada?"
"Şaka mı ediyorsunuz, kuzum? Nasıl kalabilirim?
Gittiğim yerde bacağımı uzatarak gel keyfim gel
kurulup oturmak bana göre değil. Hiç öyle adetlerim
yoktur. Etrafta başı boş dolaşmaktan da hoşlanmam. Ben
iş başaran soydan olduğumu söylemedim mi size?"

Fırtına gittikçe azıtıyordu. Lapa lapa yağan karlar
havada şiddetle savrulup duruyordu. Riley, esaslı bir
şeyler düşünüyormuş gibi bir iki dakika sustuktan
sonra başını kaldırarak:
"Vaktiyle Gadsby's Oteline inen yolcunun hikayesini
hiç anlattılar mı size?" diye sordu. "Görüyorum ki
anlatmamışlar..."

Mister Lykins'in sırtını demir parmaklığa dayadı,
parmağını düğme iliğine geçirdi, keskin bakışlarıyla
da onu bulunduğu yere çiviledikten sonra, fırtınanın
bir düzüye bizi tarkatladığı soğuk bir kış gecesinde
bulunmuyormuşuz gibi sükunetle hikayesine başladı:
"O adamın başına gelenleri anlatayım size. Vaka
Jackson zamanında geçiyor. Gadsby's o devrin en lüks
oteli imiş. Bu adam, bir sabah, saat dokuz sularında,
zenci bir sürücünün kullandığı dört beygir koşulu
muhteşem bir araba ile Tennesee'e çıka geliyor.
Yanında pek sevdiği, güzelliği ile koltuklarını
kabartan bir de köpek var.
Araba Gadsby's önünde durunca otel sahibi ve katibi
ile bir sürü meraklı koşuşarak kerli ferli yolcuyu
büyük saygı ile karşılıyorlar, valizlerini taşımak,
beygirleri ahıra çekmek istiyorlar. Fakat, yolcu,
"Lüzum yok" diyerek reddediyor, arabacısına
beklemesini tembih ediyor. Bir şey yemeye bile vakti
yokmuş. Hükümetten alacağı bir para varmış da çabucak
Maliye dairesine uğrayıp altınları valizine
yerleştirdikten sonra - acele işleri dolayısıyla-
hemen Tennesee'ye dönecekmiş. Evet, bunları söylüyor o
adam.
O gece ancak saat on bire doğru otele uğrayabiliyor,
bir oda kiralıyor, hükümetteki alacağını ancak ertesi
sabah kendisine ödeyeceklerinden beygirleri ahıra
çekmelerini emrediyor. 1834 yılı ocak ayının üçünde,
Çarşamba günü oluyor bu işler...
Adam, şubat ayının beşinde o muhteşem arabayı satarak
kullanılmış ucuz bir talika ediniyor. Hükümetten
alacağı parayı da bu talika ile de pek ala Tenessee'ye
götürebilirmiş. Şatafata da ehemmiyet vermezmiş zaten.
Ağustos'un on birinde o güzel beygirlerin bir çiftini
satıyor...
Aralık ayının on üçünde beygirlerden birini daha
satıyor...
1835 yılı şubat ayının onyedisinde kullanılmış
talikayı satarak "buggy" adını verdikleri iki kişilik
külüstür bir yarım araba ediniyor...
Ağustosun birinde buggy'i satarak bir kişilik, hırt
lambası çıkmış bir yarış "sulky"si alıyor...
Ağustosun yirmi dokuzunda - bir köle olan - zenci
arabacısını satıyor...
On sekiz ay sonra - yani 1837 yılı şubat ayının on
beşinde - Sulky'yi satarak bir eğer alıyor...
Nisanın dokuzuncu günü eğeri satıyor...
Haziranın yirmi ikisinde köpeğini satıyor..."

Bir duraklama ve sessizlik anı oldu. Her yana
saldırırcasına yağan karın rüzgarla karışık
uğultusundan başka bir şey işitilmiyordu. Mister
Lykins sabırsızlıkla sordu:
"Ey, ne olmuş sonra?"

Riley:
"Bu anlattığım otuz yıl önceye ait bir vaka, dedi."
"İyi, güzel, ama ne olmuş ki?"
"Şimdi saçı sakalı ağarmış bir ihtiyar olan o adamla
can ciğer dostum ben. Hemen hemen her akşam bana
uğrayarak merhaba der. Bir saat önce kendisine
rastladım. Yarın sabah erkenden yine Tennesee'ye
hareket edecek. Halbuki hükümetten alacağı parayı
gündüz cebine atarak benim gibi gece kuşları yataktan
kalkmadan yola düzüleceğini hesaplamıştı. Biçare adam!
Eski memleketi olan Tennesee'yi ve dostlarını bir defa
daha görebileceğinden dolayı o kadar memnundu ki..."

Yeniden bir duraklama oldu. Yabancı sordu:
"Hikaye bundan ibaret mi?"
"Evet, bundan ibaret."
"Vakit gece, hem de nasıl bir gece olduğunu göz önünde
tutarsak hikayeniz biraz uzun kaçmadı mı? Fakat
anlayamıyorum bundan bana ne?"
"Oh, hususi bir alakanız yok anlattıklarımla
şüphesiz..."
"Öyleyse ne maksatla anlattınız? Bir hedefiniz olmalı
bunu bana anlatmakta..."
"Hiçbir hedefim yok. Yalnız şunu diyeceğim ki mister
Lykins, o posta şefliği memuriyetini kopardıktan sonra
San Frinsisco'ya hareket için acele etmek
mecburiyetinde değilsiniz, şöyle biraz nefes alıncaya
kadar Gadsby's otelinde kalmayı küçümsemeyiniz ve
rahatınıza bakınız! Allahaısmarladık! Tanrı
yardımcınız olsun!"

Riley, bu sözleri söyler söylemez, nazik bir çehre ile
topukları üzerinde dönerek afal afal kendisine bakan
okul öğretmenini orada kendi halinde bırakıverdi.
Şaşkınlıktan donmuş gibi hareketsiz duran, paltosu ve
şapkası baştan başa beyaz bir örtü ile kaplı zavallı
yabancı, sokak lambasının ışıl ışıl parlattığı cansız
bir kardan adama benziyordu.
O posta şefliğini asla elde edemedi.


Mark Twain

xxx