SAHNE Sahne... üzerimdeki lanet .... öfkeli ruhumun pisliği... Gençtim. Tırmanmak isterdim sütunlara, alkış yağmurları ve çiçekler isterdim bir adım ileri çıkıp durduğumda gülünç hissederdim kendimi, üzerimde bale pabuçlarının talk pudrası, Ve henüz,yoktu söyleyecek sözüm, bir tek şu içimdeki, boğazımdaki canlar, ve birşey öylesine çabalıyordu ki dışarı çıkmaya kaçırmazdı onu hiçbir sahne korkusu. Ve çatlayan sesimden bir ağlama döküldüğünde kırarak kendini bağırmaya başlıyordu zaman ve ben işte o anla bütünleşiyor ve BEN BEN OLUYORDUM. Ve sahnede ışıkların ateşten çizgisinde sanki,küçük korlarını karanlıkta gizleyen o hala söylenmemiş şeyler ansızın doğuyordu içime ve ben koskoca bir ışık topu oluveriyordum. Harekete geçmisti sahnenin hünerleri ve yanıbaşımızdaydı ün, bir üçüncü kişi. ........ Ama bak bana ne yaptın, Ey sahne yatıştı mı açlığın? Şiirim yumuşayıp ,yozlaşmadı, ama daha da edepsizleşti biçemi ve konuları. Sahne, sen verdin kıvılcımlar saçacağım ışığı bana ama aldın benden,o yumuşacık gölgeyi ve o ince parıltıyı. Çekilmez acılardan kararıyordum. Kocaman pankartlar boyuyordum, bir yandan da büyük bir salonda, özellikle balkondan suluboya görünmez diye bahaneler uyduruyordum. Sessizliği değil, gökgürültüsünü yüce bilmiştim, çünkü o zaman kolay kolay yanılmıyordu insan. Çevreme saçabiliyordum tüm parlak renkleri, düşünüyordum insanları, ama unutuvermiştim tanıdık gölgelerin de benim kadar güçlü olduklarını. Ve daha da kötüsü, izleyiciler paltolarını giyip giderken binlerce insan arasında dağılıyordu parçacıklarım, ve ben yabancılaşıyor, terkediyorum salonu. Ve öteki ben, boncuk boncuk terler içinde, otururdu makyaj odasında, tükenmiş bir büyücü, otururdu,içindeki öteki yüzlerin tanınmaz hale getirdiği bin bir suratlı bir büyücü. Yevgeni Yevtuşenko